Arif Nihat Asya - Bayrak Şiiri


 Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,

Işık ışık, dalga dalga bayrağım!

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.


Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selâmlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.


Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver.

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:

Yurda ay yıldızının ışığı yeter.


Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün

Kızıllığında ısındık;

Dağlardan çöllere düştüğümüz gün

Gölgene sığındık.


Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;

Barışın güvercini, savaşın kartalı

Yüksek yerlerde açan çiçeğim.

Senin altında doğdum.

Senin altında öleceğim.


Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

Yer yüzünde yer beğen!

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim!

spacer

Peygamberimizin (S.A.v) Çocuklarla Hatıraları

Onlar öyle bir zamanın çocukları idiler ki onlara dünyanın en mutlu çocukları diyebiliriz öyle ki Onlar insanların en Şereflisi ile Rabbinin en Sevgili kulu Hz. Muhammed (Allahumme Salli Ala Seyidina Muhammed) ile muhabbet etme fırsatını yakaladılar...

Hz. Peygamber  (s.a.v) engin bir tevazu içinde çocuklarla her fırsatta ilgilenmiş, şakalaşmış, gördüğünde onlara selam vermiş, hal hatırlarını sormuş, hasta olduklarında ziyaretlerine gitmiş, onların kusurlarını da hoş karşılamıştır. 

İşte hayatımızın her alanı için en güzel örnek olan Hz. Peygamber’in Medine sokaklarındaki miniklerle bazı hatıraları…

Hz. Peygamber, Kuşu Ölen Zeyd’e Taziyeye Gidiyor

Zeyd 3 ya da 5 yaşlarında idi. Zeyd’in çok bağlandığı, çok sevdiği, adını Umeyr koyduğu küçük bir kuşu vardı. Hz. Peygamber Zeyd’i her gördüğünde “Umeyr’in babası” anlamında “Ebu Umeyr” diye hitap ederdi ona. Bir gün Zeyd’in kuşu öldü. Onun ölümü Zeyd’i çok üzdü. Kuşun öldüğü günlerde Hz. Peygamber Zeyd’in evine gitti. Çocuğun kederli hali, Hz. Peygamber’in merhametli kalbini etkiledi. Onu neşelendirmek istedi. Çocuğun saçlarını okşayarak yanağını öptü. Gülümseyerek:

-“Ya Ebu Umeyr! Nüğayr (serçe kuşuna benzeyen bir kuş veya bülbül) ne oldu?” dedi. “Hayvanı ne yaptın?”

Hz. Peygamber’in kalbe huzur veren ilgisiyle ferahlayan Zeyd, bu söze çok güldü.

Hz. Hasan ve Hüseyin’in Deve İsteği

Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin bir develerinin olmasını istiyorlardı. Bu dileklerine ulaşmanın yolunu, dedelerinden istemekte buldular. Hz. Peygamber maddi olarak o an çocuklara deve alacak durumda değildi. Torunlarını üzmeden onlara istedikleri deveyi unutturacak bir çözüm buldu. Küçük torunlarının önüne çökerek onlara seslendi:

-“Haydi binin. Bundan daha iyi deve mi olur?”

Çocuklar büyük bir sevinçle dedelerinin sırtına bindiler. Artık deveyi unutmuşlardı…

Hz. Peygamber, Kur’ân’ı en iyi bilen kişi olması dolayısıyla Amr bin Seleme’yi imam seçti. Amr, Hz. Peygamber tarafından kavmine imam tayin edildiğinde 8 yaşındaydı.

Kavminin 8 Yaşındaki İmamı: Amr bin Seleme

Amr bin Seleme öğrenmeyi çok severdi. Kendi şehrine gelen sahabelerden Kur’ân öğrenmiş, Hz. Peygamber’e gönül vermişti. O büyük Peygamber sevgisini sığdırmıştı küçücük kalbine.

Kavmi, Hz. Peygamber ile anlaşmak üzere bir heyetle gidiyordu. Amr da heyete katıldı. Kavmi Hz. Peygamber’in huzuruna geldi. Hz. Peygamber Amr’ın kavmiyle görüştü. Kavme bir imam seçmesi gerekiyordu. İmam seçmede ise ölçü Kur’ân’ı en iyi bilmekti. Hz. Peygamber, Kur’ân’ı en iyi bilen kişi olması dolayısıyla Amr bin Seleme’yi imam seçti. Amr, Hz. Peygamber tarafından kavmine imam tayin edildiğinde 8 yaşındaydı…


Numan bin Beşir’in Taif Üzümüyle İmtihanı!


Numan bin Beşir sokakta oynamaktaydı. Hz. Peygamber küçük Numan’ı yanına çağırdı. Hz. Peygamber’e o sıralarda Taif üzümünden hediye gelmişti. Numan’a o üzümden biraz uzatarak, “Bunu annene götür” dedi. Küçük Numan annesine götürmek için bir salkım üzümü aldı. Annesine ulaştığında ise küçük Numan’ın elinde üzüm kalmamıştı. Numan üzümü yol boyunca yiyip bitirmişti. Birkaç gün sonra Hz. Peygamber küçük Numan’a rastladı. Üzümleri sordu:


-“Salkımları ne yaptın? Annene ulaştırdın mı?”


-“Hayır” dedi Numan.


Hz. Peygamber küçük Numan’a yaptığı çocuksu davranışa uygun bir şekilde gülümseyerek takıldı. Ona: “Guder” dedi. Yani vefasız...


Abdullah bin Ömer’e Babasından Satın Alınıp Hediye Edilen Deve

Abdullah bin Ömer henüz küçük bir çocuktu. Babasının, Hz. Peygamber ile bir yolculuğunda o da bulunmuştu. Abdullah, babasının devesine binmişti. Deve, yeni binildiği için oldukça hızlıydı. Abdullah’ın devesi hep kafilenin önüne geçiyordu. Abdullah deveye söz geçiremediği için babası sürekli kafilenin önüne geçmek, deveyi geri çevirmek zorunda kalıyor, sık sık çocuğuna sesleniyordu:

-“Abdullah, kafilenin önüne geçme!”

Abdullah’ın devesi, tekrar tekrar kafilenin önüne geçince, baba oğlunu azarladı:

- “Abdullah, Allah’ın Rasûlü’nün önüne kimse geçemez.”

Çocuğun azarlanması Hz. Peygamber’i üzmüştü. Babaya:

- “Şu deveyi bana satsana.” dedi.

Baba, Hz. Peygamber’in bu isteği üzerine

-“Ey Allah’ın Rasûlü! O senindir” diyerek cevap verdi.

Hz. Peygamber bunu kabul etmedi ve isteğini tekrarladı. Bunun üzerine baba deveyi sattı.  Deve artık Hz. Peygamber’indi. Devenin yeni sahibi, Abdullah’a seslendi:

- “Abdullah, artık deve senindir. Ona istediğin gibi binebilirsin!”

Allah Resûlü’ne 9–10 yıl hizmet ettim. Bir kere bana “Öf!” demedi. Yaptığım bir iş hakkında hiçbir zaman “Niçin böyle yaptın?”, yapmadığım iş hakkında ise “Şöyle yapsaydın ya!” ya da “Beceremedin, ne kötü yaptın!” dediğini duymadım.

Enes

Hz. Peygamber, yanında yetişen Enes’e çok iyi davranıyordu. Bu durum Enes’i çok sevindiriyor, her geçen gün O’nu biraz daha fazla seviyordu. Enes, Hz. Peygamber’in kendisine nasıl davrandığını şöyle anlatmaktadır:

“Allah Resûlü’ne 9-10 yıl hizmet ettim. Bir kere bana ‘öf’ demedi. Yaptığım bir iş hakkında hiçbir zaman ‘Niçin böyle yaptın?’, yapmadığım iş hakkında ise ‘Şöyle yapsaydın ya!’ ya da ‘Beceremedin, ne kötü yaptın!’ dediğini duymadım. On yıl boyunca bir kere zorlanacağım bir iş vermedi. Bir işi beceremeyip zayi ettiğimde bana kızmadı, beni kınamadı. Hatta ailesinden biri bir konuda beni kınamak istediğinde onları engelleyerek: ‘Onu bırakın! Eğer öyle yapması takdir edilseydi mutlaka yapardı’ buyurdu.”

Mahzure

Küçük Mahzure tüm çocuklar gibi dışarıda oyun oynamaktaydı. Küçük çocuk, oyun esnasında müezzin taklidi yaparak, alaylı bir şekilde ezan okuyordu. Oradan geçmekte olan Hz. Peygamber çocuğun yanına gitti: “Haydi bir ezan da bana oku!” dedi. Mahzure ne yaptığının farkına varmış, pişman olmuş ve utanmıştı. Hz. Peygamber ondan ezan okumasını istediği için bütün gayretini göstererek ezan okudu. Birkaç yanlış dışında Mahzure güzel bir ezan okudu. Hz. Peygamber yanlışlarını düzeltti. Sırtını sıvazlayıp: “Mübarek olsun!” dedi. Mahzure şaşkındı. Kızılmayı beklerken lütuf ve ikram görmüş, bir de dua almıştı.


 


Kaynaklar:

1. Nuriye Çeleğen, Peygamberimiz Çocuklara Nasıl Davranırdı?, Nesil Yayınları, İstanbul, 2010.

2. Hilal Çelikkol Kara, Peygamberimize Hizmet Eden Çocuk Enes bin Malik, Nesil Yayınları, 2008.


 

spacer

Psikososyal Tehlikeler

 İşin içeriği 1950'lerden bu yana gündemdedir. Psikologlar önce çalışma çevresinin sağlık için

tehlikeli olabilecek psikososyal boyutları yerine işçinin çalışma çevresine uygunluğunu ve

uyarlanmasını sağlamaya yönelmişlerdir. İş psikolojisinin 1969'lara gelişmeye başlamasıyla

birlikte, çalışma çevresinin psikososyal özelliklerinin sağlık üzerindeki etkileri öne çıkmıştır.

Psikososyal tehlikeler sağlığı doğrudan ya da stres aracılığıyla dolaylı olarak etkiler. Levi

(1984) işin sağlığı etkileyebilecek psikososyal özelliklerini dört başlıkta sınıflandırmıştır:

nicel yük, nitel yük, iş üzerinde denetim eksikliği, sosyal destek eksikliği. Bunlar işçinin işini

stresli olarak algılamasını belirleyen unsurlardır. Bu başlıklar için on alt başlık tanımlanmıştır.

Hacker (1991) bu başlıkları genel olarak işin yapıldığı koşullar ve çevre ile işin içeriği başlığı

altında yeniden sınıflandırmıştır.





İŞİN YAPILDIĞI KOŞULLAR VE ÇEVRE

Örgütsel kültür ve işlev

Kişi bir örgütün parçası olmayı kimliği, özgürlüğü ve özerkliği için bir tehdit olarak

algılayabilir. Bu algılamaya örgütsel işleyişin ve kültürün üç farklı boyutu temel oluşturur:

görev çevresi olarak örgüt, sorun çözme çevresi olarak örgüt, gelişme çevresi olarak örgüt. Bu

alanlar yetersiz görüldüğünde stres düzeyi artar, yeterli görüldüğünde ise, stres ile sağlık

semptomları arasındaki ilişki zayıflar. Örgütün ölçeği ve yapısı, sıkıcılığı, arabuluculuk

ilişkileri, rolle ilgili konular stres kaynağı olabilecek başlıklardır. Bu unsurların işçi

üzerindeki etkileri yöneticilerin ve gözetmenlerin davranışlarıyla aktarılır.

Örgütteki rol

Rol, rol belirsizliği ve çatışması durumunda psikososyal tehlikeye dönüşür. Aşırı rol

yüklenmesi, rol yetersizliği, başkalarının sorumluluğu da diğer tehlikeli boyutlardır.

Rol belirsizliği: İşçi işteki rolü hakkında yeterince bilgilendirilmediğinde ortaya çıkar. İşte

amaçlar, beklentiler, hedefler ve sorumluluklarda belirsizlik bu durumu destekler. Bub sorunu

yaşayan işçilerde iş doyumunun azaldığı, işe bağlı gerilimin arttığı ve sıklaştığı, öz güvenin

azaldığı, iş güdüsünün azaldığı kan basıncının ve kalp hızının arttığı, depresyonun sıklaştığı

ve işten ayrılma eğiliminin arttığı görülmüştür.

Rol çatışması: İşçiden değerleriyle çatışan bir rolü ya da birbiriyle uyuşmayan rolleri

üstlenmesi istendiğinde ortaya çıkar. Çatışma arttıkça iş doyumu azalır, iş gerilimi ve kalp

hızı artar. Kalp hastalıklarının ve ülserlerin rol çatışması olan kişilerde arttığı gösterilmiştir.

Rol yetersizliği: Örgütün işçinin yeteneklerinden ve eğitiminden yararlanamadığı durumlarda

ortaya çıkar. İş doyumunu azaltır, gerilimi artırır.

Kişilerle ilgili sorumluluk: Kişilerin sorumluğu arttığı ölçüde kalp basıncının, kolesterol

düzeyinin ve kalp hastalıklarını arttığı, duygulanımsal tükenmenin ve ilişkilerde

kişiliksizleşmenin arttığı gösterilmiştir. Kişilerle sürekli ilişki içinde olunan mesleklerde de

bu sorun artmaktadır.

Kariyer gelişimi

Beklenen kariyer gelişiminin sağlanmaması stres nedenidir. Bu alanda iki unsur belirleyicidir:

İş güvencesinin olmaması, işte eskimiş olarak görülme (işten atılma korkusu ve erken

emekliliğe zorlanma gibi), statü uyumsuzluğu ( düşük ya da aşırı statü tanınması, statünün

sonuna gelindiği duygusu). Bu iki unsur etkileşmektedir. Yaşlı işçilerin sık maruz kaldığı bir

durumdur.

İş güvencesizliği ve düşük ücret: İş güvencesizliği ve işten atılma korkusu işletmenin ek

olarak işçilerden bağlılık beklediği durumlarda, stres nedenidir. Hakkaniyetsiz davranıldığı

duygusu strese yol açar. Buna sıklıkla düşük ücret de eşlik eder.

Statü uyuşmazlığı: Bugünkü statünün geçmiştekiyle uyumsuz olması (örneğin sürgün, statü

indirimi v.b. psikiyatrik hastalıkla yakından ilişkilidir.

 Karar serbestisi ve denetim

İş tasarımında ve çalışma örgütlenmesinde önemli unsurlardır ve işçinin işiyle ilgili kararlara

ne ölçüde katılabildiğinde somutlaşır. Denetim yetersizliği ya da denetim kaybı –karar

serbestisinin azalması- stresi, sıkıntıyı, depresyonu, isteksizliği ve tükenmeyi artırır. Karar

serbestisinin artırılmasının başarımı desteklediği, ama karar serbestisi sonucu artırılan

istemlerin de başlı başına stres nedeni olabileceği gösterilmiştir.

Katılım: Karar verme sürecinde katılımın artmasının memnuniyeti ve özgüveni arttırdığı, aksi

durumun ise stresi ve fiziksel çöküşü ve iş doyumsuzluğunu artırdığı gösterilmiştir.

İşte kişiler arası ilişkiler

Bu ilişkiler bireysel ve örgütsel sağlıklılık açısından önemlidir. Bu ilişkilerde üç belirleyici

düzey vardır: üstlerle, astlarla ve aynı statülerdekilerle ilişkiler. Kişiler arası desteğin azalması

sıkıntı hissini, duygulanımsal tükenmeyi, iş gerilimini ve iş doyumsuzluğunu artırır. Desteğin

artması psikososyal etkileri hafifletir, tersi ise güçlendirir. Üstlerin ya da iş arkadaşlarının

desteği stres yapıcıların yarattığı gerilimi, algılanan stres yapıcıları, stres-gerilim ilişkisini

azaltır. Üstlerin takdir duyguları ise, hissedilen iş baskısını azaltır. Ancak yöneticiler katılımcı

yönetim için yapılan baskıların da yönetici stresini artırdığı bilinir.

İşte şiddet: İşte şiddet psikolojik ve fiziksel sağlığı etkiler. AB’de yapılan araştırmada 3

milyon işçinin cinsel tacize, 6 milyonunun fiziksel şiddete, 12 milyonunun da yıldırmaya ve

psikolojik şiddete maruz kaldığı saptanm

 İş ev çatışması

Bu çatışma yalnızca iş ile ev arasındaki değil iş ile iş dışı yaşam arasındaki çatışmadır.


4


Đş ve aile: Bu çatışma ev ile zaman istemi ya da işe yönelik taahhütler arasındadır veya destek

ile ilgilidir. Bu çatışma evde küçük çocuğu olan kadın çalışanlarda belirgindir. Özellikle orta

sınıf ailelerde, ama aynı zamanda yönetici ailelerinde de kadınların evdeki rollerini erkeğin

işini desteklemek olarak gördükleri anlaşılmıştır.

Boş zaman yetersizliği sendromu: Boş zaman kalmadıkça işçiler boş zaman beklentilerini

sınırlarlar ve giderek yaşam anlamını yitirmeye başlar.

Değişim

Değişikliğin psikososyal tehlike oluşturduğu, ama, değişikliğin mi stres yarattığı yoksa,

ortaya çıkan belirsizliğin ve denetim kaybının mı strese yol açtığı kesinlik kazanmamıştır.

2. ĐŞĐN ĐÇERĐĞĐ

2.1. Đş çevresi ve teçhizatı

Teçhizat ve tesislerin güvenilirlik, uygunluk, ulaşılabilirlik, bakım ve onarım sorunları.

2.2. Görev tasarımı

Đş içeriğinde tehlikeli olan pek çok boyut vardır: işin değersiz olması, vasıfların

kullanılamaması,görev çeşitliliğinin olmaması, tekrarlayıcı iş, belirsizlik, öğrenme fırsatı

bulamama, istem çatışmaları ve yetersiz kaynaklar gibi.

Yarı vasıflı-vasıfsız çalışma: Bu tür çalışma aynı zamanda yarı vasıflı-vasıfsız işlerin

özelliğidir. Tekrarlayıcı ve tekdüze çalışma can sıkıntısı, depresyon ve genel psikolojik

tükenme ile noktalanır.

Belirsizlik: Başarımla ilgili geribildirim olmaması bir belirsizliktir ve süre uzadığında stres

nedenidir. Đstenen davranışlar ya da işin geleceği ile ilgili belirsizlikleri de derinleştirir.

2.3. Đş yükü ve iş hızı

Ağır bir işte hızlı çalışma gereği özellikle süre uzadıkça stres oluşturur.

Đş yükü: Đş yükü ve ağır işte çalışma nicel ve nitel yük tanımlarına karşılık gelir. Nicel yük

yapılacak toplam iş miktarını, nitel yük ise işin güçlüğünü tanımlar. Bu iki boyut birbirinden

bağımsızdır. Aynı işte biri az diğeri çok olabilir. Tekrarlayıcı montaj çalışması bu tür bir iştir.

Đş hızı ve zaman darlığı: Đş yükü iş hızına göre değerlendirilmelidir. Đş hızı işin tamamlanma

hızı ve hızlılık gereğinin doğası ve denetlenebilirliğidir (öz denetimli ya da sistem veya

makine denetimli). Đş hızının sağlıkla ilişkisi bir sınıra kadar denetimle ilgilidir. Sistem veya

makine denetimli hızlarda hızlanma fiziksel ve psikolojik sağlık için tehlikelidir. Başarımın

elektronik olarak denetlendiği bilgisayar destekli sistemler de aynı etkiyi yapar. Zaman darlığı

hem kişisel bir özellik hem de işin gereği olarak ortaya çıkabilir.

2.4. Çalışma saatleri

Bu konuda iki başlık öne çıkar: vardiyalı çalışma ve uzun çalışma süreleri

Vardiyalı çalışma: vardiyalı çalışma, özellikle de gece çalışması sirkadyen ritmi ve uyku

düzenini bozarak sağlığı etkiler. Gece çalışması uyku bozuklukları, sindirim sistemi

bozuklukları ve genel yorgunluk haliyle ilişkilendirilir.

Uzun çalışma süresi: Pek çok sağlık sorunu ile uzun çalışma süresi arasında ilişki vardır.

STRES TANIMI

Stres üç yaklaşım temelinde tanımlanır:


5


1. Mühendislik yaklaşımı: Bu yaklaşım stresi, kişinin çevresinin kişiye yüklenen yük ya da

istem düzeyi veya zararlı veya tehdit edici unsur cinsinden tanımlanan uyarıcı özelliği olarak

ele alır. Đş stresi ise iş çevresinin bir özelliği olarak ve genellikle de çevrenin nesnel olarak

ölçülebilen bir boyutu olarak ele alınır. Stres kişide olan değil, kişiye olandır. Bir semptomlar

dizisi değil, nedenler dizisidir. Stres durumla ilgili nesnel özeliklere atıf yapar. Bu yaklaşıma

göre, sıklıkla geri dönüşü olan, ama bazı durumlarda geri dönüşü olmayıp zarara yol açan bir

gerginlik tepkisi yaratır. Kabul edilebilir stres düzeyi bu yaklaşıma dayanır.

2. Fizyolojik yaklaşım: Selye (1950, 1956) stresi "biyolojik sistemdeki özgül olmayan

değişiklikleri kapsayan özgül bir sendrom ile ortaya çıkan durum olarak tanımlar. Burada

stres özgül olmayan , genel bir fizyolojik yanıt sendromu olarak ele alınır. Stres yıllarca iki

nöroendokrin sistemin harekete geçmesiyle açıklanmıştır. Buna göre ilk aşama alarm

aşamasıdır (sempatetik adrenal medülla harekete geçer) ikinci aşama direnme aşamasıdır

(adrenal kortikal hareket), üçüncü aşama ise dışa vurmadır (sempatetik adrenal medüllanın

yeniden harekete geçmesi). Fizyolojik yanıtın tekrarlanması, yoğunlaşması veya uzaması

vücuttaki yıpratıcı etkiyi artırır ve Selye'nin "uyum hastalıklarının" ortaya çıkmasına yol açar.

Scheuch (1996) stresi iç ve dış çevrelerdeki değişikliklere uyum sağlama çabasındaki insanın

psiko fizyolojik etkinlikleri olarak değerlendirir. Bu etkinlik belirli bir maddi ve toplumsal

çevrede, istemlerle kişisel somatik, psikolojik ve toplumsal kapasiteler arasındaki ilişkinin

niceliği ve niteliği ile ilgilidir. Scheuch, stresi organik işlevlerde, psikolojik işlevlerde insanın

sosyal çevresiyle etkileşimi sırasında ortaya çıkan homeostatik durum bozulmasına tepkisel

bir etkinlik olarak algılar. Uyum sağlama üç yolla gerçekleşir: işlev tasarrufu, çabanın an aza

indirilmesi ve iyilik hali ilkesi. Stres bu ilkelerdeki aşınmanın tanımıdır.

Bu iki yaklaşıma, hem uygulamadan kaynaklanan, hem de kavramsal eleştiriler yöneltilmiştir.

Psikolojik yaklaşım:

Bu yaklaşım önceki iki yaklaşımın eleştirisinden yola çıkmıştır. Bu yaklaşım stresi kişi ile

çalışma çevresi arasındaki dinamik etkileşim temelinde ele alır. Bu yaklaşım ILO'nun

psikososyal tehlikeler ve Dünya Sağlık Örgütü'nün iyilik hali tanımlarıyla da örtüşür.

Psikolojik yaklaşım, güncel stres kuramlarını da temelini oluşturur: Etkileşme kuramları,

Etkileme kuramları. Đlk gruptaki kuramlar kişinin çalışma çevresiyle etkileşiminin yapısal

özelliklerine, ikinci gruptaki kuramlar ise, bu etkileşime temel oluşturan psikolojik

mekanizmalara, odaklaşır.



spacer

Büyükbaş Sürü Yönetimi ve Bakanlık Desteklemeleri 2.gün Ders Notları

 


Tire Tarım Müdürü Sayın Mustafa Evran Özen 'in Youtube üzerinden yaptığı Büyükbaş Sürü Yönetimi ve Bakanlık Desteklemeleri konulu kursun ikinci gün dersinde aldığım notlardır. 

Öncelikle çiftçilere yönelik yaptığı değerli rehberliğinden dolayı sayın Mustafa Hoca'ya teşekür ederiz.

Hayvancılıkta çokluk önemli değil.Önemli olan iyi bakabildiğin kadardır.


Yemleme saati hergün aynı olmalı.Sabah 6 da yemliyorsan her sabah 6 akşam 7de yemliyorsan hergün öyle olmalı.

Yemlik Skoru;yemlikte ne kadar yem kaldı? Koyduğunun yüzde ikisi kadar kalmalı.

Yemlik Genişlikleri; Sağmal inek : 60 cm Geçiş Dönemi: 80cm

Sağımdan sonra mutlaka yemlenmeli,hayvan meme sağlığı için oturtulmamalı




Yemleme sıklığı; 2 ve 3 kez sıcak ve nemli aylarda

Yemleri geri itme; 2 saatte 1 

Yeme su kat! Hayvan başına 2-3 lt (Yem topaç olmayacak ele batmayacak)

                                                                 


SU ÖNEMLİ!
1.Suyun Bulunması
2.Erişebilirlik
3.Temiz
4.Kalite

TÜKETİM

Süt Verimi Su tüketimi ile alakalıdır.


Dışkı Nişastası > %5 + %1 için 0,5 kg süt kaybı

Konfor
Temiz Hava
Temiz SU
Rutin Bakım

Hayvan ne kadar çok yatıp geviş getirirse o kadar verimli olur.

Bir inek günde kaç defa yeme gelir ? Cvp: 13-14



spacer

Kaldırma Makinaları ve Sınıflandırılması

 Herhangi bir yükü bulunduğuyerden kaldırıp yer değiştirerek bir başkayere indiren veyaistifleyen, gerektiğinde bu yükün yer değiştirme işlemini yükü kısa mesafelerde taşıyarak gerçekleştiren iş makinalarına kaldırma makinaları denir.



Kaldırma Makinalarının Sınıflandırılması

1.Vinçler

(Kule vinçler, mobil vinçler, oklu, raylı, köprülü, ayaklı

köprülü, tek raylı, seyyar atölye vinçleri, gırgır vinçler,

tavanvinçleri, caraskallar, maçunalar vb.),

2.Platformlu kaldırıcı arabalar (Forkliftler)

3. Palangalar (Elektrikli, pnömatik,hidrolik, zincirli, halatlı)

4.Asansörler

Kaldırma ve taşıma araçları

• Forklift

• Lift

• Caraskal

• Yük Asansö

• Vinç

– Mobil vinç

– Kule vinç

– Portal Vinç vb.

spacer

Orta Kulağın Sıvı Toplaması



Çocuğun okuldaki başarısızlığı, konuşma ve denge bozukluğunun nedeni,  orta kulaktaki sıvı birikimi olabilir.

Kulakta sıvı toplanması, tıp dilinde “Efüzyonlu Otit”olarak adlandırılan, ağrı-ateş olmaksızın kulak zarının arkasında, orta kulakta sıvı birikmesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır.

KBB Kliniği

Orta kulakta sıvı birikimi, yaygın bir şekilde çocukluk çağında karşımıza çıkan bir hastalıktır ve çocuklardaki işitme kaybının en sık rastlanan sebebidir. Efüzyonlu otit, çoğu zaman şiddetli bir belirti vermediği için gözden kaçabilen bir durumdur. Yapılan bir araştırmada, 10 yaşına kadar çocukların yüzde 90’ının en az bir atak geçirdiği tespit edilmiştir.

Emzirme, sakız çiğneme ve sırt üstü yatarken beslenmeden kaçınma kulakta sıvı birikimini azaltan etkenlerdenken,  emzik kullanımı ve yatarak emzirme, aile bireylerinde sigara içimi, kreşe gitme, aile öyküsü, kalabalık aile, erken doğum, tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonları, alerji ve geniz eti, reflü, yarık damak ve yarık dudak gibi konjenital anomali varlığı, sıvı birikimini artıran faktörler arasında sayılabilir.

Nasıl anlaşılır ?

Efüzyonlu otitli çocuklar, sadece rutin muayenelerde teşhis edilip, asemptomatik (belirti göstermeyen) olabilirler. Daha yaygın olarak ebeveynleri çocuklarının işitme kaybından şüphelenir ve muayeneye getirirler. Çocukların konuşmalarında gecikme olabilir. 

Okul notlarında ve performansında düşüklük gözlenebilir. Bazı çocuklar içine kapanık olabilir, hareketlerinde azalma gözlemlenebilir. Efüzyonlu otitin denge üzerine etkileri bilinmektedir ve ebeveynler çocuklarının sakarlıklarından ve bir şeylere çarpmada eğiliminin arttığından şikayetçi olabilirler.

Nasıl tedavi edilir ?

Efüzyonlu otitin tedavisi; gözlem ve bekle gör, medikal tedavi ve cerrahi müdahalenin bir kombinasyonudur.  Alerijisi olan çocuklarda alerjinin kontrol altına alınması, daha uzun meme emzirme, pasif sigara içiciliğinden korumak gibi çevresel faktörlerden korumak, sıvı ataklarını azaltmaktadır. Medikal tedavide antibiyotikler, antihistaminikler (allerji ilaçları), dekonjestanlar (grip ilaçları), nazal steroidler (kortizonlu burun spreyleri) kullanılır. Ancak yapılan araştırmalarda sadece antibiyotiklerin faydası ispatlanmıştır.

Cerrahi müdahaleler, medikal tedavi yetersiz kaldığı durumlarda uygulanır. Cerrahi tedavi olarak, kulak zarına çizik atılması (parasentez) ve kulak tüpü (ventilasyon tüpü) takılması uygulanmaktadır. Kulak zarına çizik atılması, çok nadiren başvurulan bir yöntemdir. Yerleştirilecek tüpün türü, kulak zarının durumuna, işitme kaybına ve önceki ameliyatlarına göre hekim tarafından belirlenir. Geniz eti varlığında, muhakkak geniz eti ameliyatının (adenoidektomi) tüp ile beraber yapılması gerekir.

Çocukta iki aydan daha uzun süren sıvı olması, kulak zarında çökme saptanması ve yılda 4 defa veya daha fazla atak olması, sıvı ile bağlantılı olarak denge problemleri, okul performansında gerileme, davranış sorunları olan çocuklarda, sinirsel işitme kaybında, Down Sendromu, yarık damak gibi kulak zarı ya da östaki borusunun doğru gelişmediği durumlarda, tüp takılması önerilir.

spacer

Örnek Tarım Müdürü Mustafa Hoca Çiftçilerin Bilinçlendirilmesine Önemli Katkıda Bulunuyor




İzmir Tire Tarım Müdürü Mustafa Özen Hoca benzer kurumlara örnek teşkil edecek faaliyette bulunuyor.

Zoom ve Youtube üzerinden yaptığı canlı yayınlarda hatırı sayılır çiftçi kitlesine hitap eden Mustafa Hoca'nın her yaştan takipçisi bulunuyor.



Canlı yayınlara katılma fırsatı bulamayan çiftçiler Mustafa Özen Hoca'ya ait Çiftçi Akademisi isimli Youtube Kanalını takip ederek önemli bilgilere ulaşma imkanını elde edebilirler.

Tarla ekiminden, gübre türü, silaj numune alımı ve büyükbaş beslemeye kadar birçok konuya temas eden Mustafa hoca çiftçilere önemli rehberlikte bulunuyor.


Mustafa Hocanın online kurslarını takip edip gerçekleştirdiği sınavda başarılı olan çiftçiler Ziraat Bankası'ndan kredi alımında  başvurusunda da geçerli sertifika sahibi olabiliyor.

F.pektezel 





spacer

Antropometri Nedir?

Her türlü araç ve gereç kullanıcılarının (yaş ve cinsiyetlerine göre değişiklik gösteren) boyut farklılıklarını gözeterek (insan-çevre için ara kesit) tasarımları yapmak için başvurulan bilim dalıdır.

“Vücut ölçüleri bilimi” olarak da adlandırılan

antropometri, çalışma (veya dinlenme) yeri dizaynın

temelini oluşturmaktadır.


spacer

Ergonomi Nedir? Ergonominin Çalışma Alanları

Yunanca kökenli bir kelime olan ergo iş anlamına gelirken yasalar anlamına gelen nomos kelimelerinden üretilmiştir. İnsan için yaşam ve çalışma koşullarını en konforlu hale getirmeye amaçlayan ergonomi, günümüzde hayatın insancıllaştırılması, insan kullanımı için tasarım, işyeri ve tüm elemanlarının işçi ile uyumu şeklinde ifadelerle tanımlanmaktadır.

İşçinin refahını, güvenliğini, performansını ve aynı zamanda da iş verimini artırmaya yönelen Ergonomi, “işin insana uygun hale getirilmesi” nde disiplinler arası bir yaklaşımı tercih eder.

Ergonomi, insan kabiliyet ve kapasitesine uygun iş çevresi düzenlemekle, dolayısıyla, işçi sağlığının sağlanması ve iş kazalarının minimizasyonu sağlamış olmaktadır.

Ergonomi iş gören ile iş uyumunun sağlanmasıdır (işin insana uyumu). Yani bir insanın kullandığı makine ne kadar gelişmiş olursa olsun, eğer insan-makine uyumu sağlanamamış ise bu iki elemanın oluşturduğu sistemden beklenen yüksek performansın elde edilmesi mümkün değildir.

“Oturulan sandalyenin rahat olması için yüksekliği ne olmalıdır?”, “Çalışılan yerin sıcaklığı ve nemi ne olmalıdır ki, çalışan rahat ve verimli çalışılabilsin?”, “Yorgunluğun en az düzeye indirilebilmesi için dinlenme araları nasıl düzenlenmelidir?” türü soruların hemen hepsi Ergonomi biliminin uğraş alanlarının yalnızca bir kaçına işaret eder.

Ergonominin ağırlığı, insanla doğrudan teması olan ürünlerin tasarımında bariz bir şekilde ön plana çıkar.Bir üründen söz edilirken kullanılan “güzel” veya “kullanışlı” gibi ifadeler, aslında ürünün ergonomikliliğini yansıtmaktadır.


spacer

Elastik Bağlantılar - Yaylar

* Büyük miktarda şekil değiştirme ile potansiyel enerji depo eden makina elemanlarıdır.

 * Bu enerji yayın türüne göre az veya çok sürtünme kaybı ile geri verilir.

 * Bazı yaylar sadece sönüm amacı ile de kullanılabilirler.

Uygulama Alanları

• Eneri depolama amacı ile; saat mekanizmaları, klapenin geri itilmesi

• Kuvvet sınırlayıcı olarak; preslerde

• Darbe sönümleyici olarak; taşıt yayları, raylı taşıtların tampon yayları 

• Kuvvet bağı elde etmek veya kuvveti dağıtmak için; gergi yayları, temas yayları 

• Kuvvet ölçmek için; yaylı dinamometreler, basküller 

• Kuvvet bağının devamı için; hareket ve aşınmanın olduğu haller 

• Titreşim tekniğinde makinaların desteklenmesi için; kırıcılar, öğütücüler, çekiçler vb.

                                             Sınıflandırmaları

 • Metal yaylar esas olarak yayın şekline veya yaydaki zorlanmanın cinsine göre sınıflandırılırlar

spacer

M.akif Ersoy Bir Gece Şiiri

 


Milli şairimiz M.Akif Ersoy'un Peygamber Efendimizin dünyaya teşrif ettiği geceyi konu alan mükemmel bir şiiri.

BİR GECE


Ondört asır evvel, yine bir böyle geceydi,

Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!

Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;

Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!

Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î:

Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;

Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar,

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin

Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.


Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum,

Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki, zevâl akılına gelmezdi, geberdi!

Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni,

Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.

Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;

Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.

Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...

Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.


Hilvan, 11 Rebîülevvel 1347

(28 Ağustos 1928)

spacer

İşçinin Kıdem Tazminatına Hak Kazanma Koşulları

KIDEM TAZMİNATI 



İş sözleşmesinin sona ermesi halinde ortaya çıkan en önemli tartışmalardan biri, işçinin kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığına ilişkindir. Önemle ifade edelim ki, çırakların, stajyerlerin, kısacası işçi niteliğinde olmayanların bu tazminata hak kazanması mümkün değildir. Ayrıca her işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz. Örneğin, TBK’ya tabi işçiler kıdem tazminatı talep edemez.  Kıdem tazminatı 4857 sayılı İş Kanunu’nda değil, bu Kanun’un geçici 6. maddesi gereği 1475 sayılı eski İş Kanunu’nda m.14’te düzenlenmektedir. Belirtelim ki, 1475 sayılı İş Kanunu’nun yürürlükte olan tek maddesi kıdem tazminatına ilişkin olan 14. maddedir

👉Kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçinin iş yerinde kaç yıl çalıştığı ve iş sözleşmesinin ne şekilde sona erdiği önem arz eder. 

Kıdem Tazminatına Hak Kazanma Koşulları 

Kıdem tazminatına hak kazanmak için temelde iki şart bulunmaktadır. Bu şartlardan biri işçinin iş yerindeki çalışma süresine ilişkinken, diğer şart iş sözleşmesinin ne şekilde sona erdiğine ilişkindir.  

İşçinin en az bir yıllık kıdeminin bulunması  • 1 yıldan daha az kıdeme sahip olan işçinin kıdem tazminatına hak kazanması mümkün değildir

Farklı bir ifadeyle işyerindeki çalışma süresi 1 yıldan az olan işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz [2, 4, 6]. • Bununla birlikte çalışma süresi 1 yıldan az olan işçinin de kıdem tazminatına hak kazanabileceğini taraflar sözleşme ile kararlaştırılabilir.    

• Kıdemi (çalışma süresini) “ispat yükü” işçiye aittir. Başka bir ifadeyle, işçi fiilen işe başladığı ve iş sözleşmesinin sona erdiği tarihi ispat etmek zorundadır. Uygulamada SGK kayıtları kıdemin ispatında önemli delil niteliğini taşımakla birlikte, bunların aksinin tanıkla ispatı mümkündür (Yarg. 9. HD.,  T.30.05.2011, E. 2011/23200, K. 2011/15911). • İşçi aynı işverene ait iş yerinde çırak ya da stajyer olarak çalışmışsa, bu süreler dikkate alınmaz. Sadece aynı işverene ait iş yerinde/iş yerlerinde işçi olarak çalışılan süreler esas alınır. 

• Kıdem süresinin başlangıcı kural olarak işçinin fiilen çalışmaya başladığı, sonu ise iş sözleşmesinin sona erdiği tarihtir [2, 6].  

• İşçi fiilen çalışmaya başlamasa bile işverenin emir ve talimatlarına hazır bir şekilde beklediği andan itibaren çalışmaya başlamış sayılır [6].  

Kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçinin iş yerinde kaç yıl çalıştığı ve iş sözleşmesinin ne şekilde sona erdiği önem arz eder.  

• Sözleşmenin “süreli fesih” bildirimiyle sona ermesi halinde bildirim süresinin sona erdiği tarih kıdem süresinin sonu olacaktır. Bu durumda ihbar süreleri kıdeme eklenir [6].  

• Peşin ödeme suretiyle fesih yapılmışsa, Yargıtay sadece iki istisnai hâlde kıdeme ekleme yapılabileceği görüşündedir. Buna göre, işveren peşin ödeme suretiyle fesih hakkını kötüye kullanırsa süreler eklenecek; ikinci hâl ise, toplu iş sözleşmesiyle bu sürelerin ekleneceğinin kararlaştırılmış olmasıdır (Yarg. 9.HD., 08.04.1991, E.1991/4473, K.1991/7311).  

• Derhal fesihlerde fesih iradesinin muhataba ulaşmasıyla sözleşme sona ereceğinden, kıdemin sonu fesih bildiriminin tebellüğ tarihi olacaktır. • Ölümle sözleşmenin sona ermesi halinde ölüm tarihi kıdemin sonu olarak esas alınacaktır [6].  

• İşçi işe iade davası açmış ve kazanmış ise, işçinin süresinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunup bulunmaması ve işverenin işçiyi işe başlatıp başlatmaması kıdemin sonunun tespitinde önem taşımaktadır [2, 6]. 

• İşçinin süresi içinde işverene başvurmaması durumunda yapılan fesih geçerli feshin bütün sonuçlarını doğuracağından, kıdem süresinin sonu söz konusu fesih tarihine göre saptanacaktır.  • İşçi süresi içinde işverene başvurur ve işveren işçiyi işe başlatmazsa 1 aylık işe başlatılması gereken süre sonunda (veya bu tarih sona ermeden önce işverenin işçiyi işe başlatmayacağını bildirdiği tarihte) iş sözleşmesi işverence feshedilmiş sayılacaktır.  Bu noktada, kanunda en çok 4 aya kadar olan ücret ve diğer hakların ödenmiş olmasının kabul edilmesinden hareketle Yargıtay, 4 ayı aşan sürenin kıdem süresine eklenemeyeceğini kabul etmektedir.  

• İşçinin çalıştığı sırada, bir kerede ihbar önelini 6 hafta aşan rapor alması halinde bu süre, (ihbar süresini 6 hafta aşan kısmı) kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmaz. Önemle ifade edelim ki, kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmayan süre, ihbar süresi+ 6 hafta değil, bu süreyi aşan süredir. 

 • Yargıtay, kıdemin hesabında uzun süreli ücretsiz izinlerin de dikkate alınmayacağı sonucunu benimsemiştir.  Aynı şekilde tutukluluk süresinin de kıdeme dahil edilmeyeceği yine Yargıtay tarafından belirtilmektedir. 

 • 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu uyarınca, grev ve lokavt süreleri kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmaz.

 • Mevsimlik işte çalışan işçinin, kıdem tazminatına esas çalışma süresinin nasıl belirlenmesi gerektiği Kanunda açıkça düzenlenmemiştir. Yargıtay, mevsimlik işlerde kıdem süresinin her yıl çalışılan sürelerin toplanarak bulunması gerektiğini ve sözleşmelerde hüküm olmadığı sürece her mevsimdeki çalışmanın bir tam yıl olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir (Yarg. 9. HD., T. 17.09.2012, E. 2011/46589, K. 2012/30209). 

• Yargıtay, kısmi süreli iş ilişkilerinde kıdem süresinin hesabında işçinin bütün sözleşme süresinin esas alınmasını kabul etmiştir (Yarg. 9. HD. E. 2009/44744, K. 2009/33940, T. 08.12.2009). • İşçinin çalışma yaşamında aynı işverene ait aynı ya da farklı iş yerlerinde aralıklı veya aralıksız bir şekilde çalışması mümkündür. Bu noktada, işçinin çalışma süresinin ne şekilde hesaplanması gerektiği belirlenmelidir. İş Kanunu’nun 14. maddesinin ikinci fıkrasına göre; işçilerin kıdemleri, hizmet akdinin devam etmiş veya fasılalarla yeniden akdedilmiş olmasına  bakılmaksızın aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde çalıştıkları süreler göz önüne alınarak hesaplanır. 

• Görüldüğü üzere, işçinin kıdem tazminatına hak kazanması için gerekli olan bir yıllık çalışması aynı işverene ait aynı iş yeri ya da farklı iş yerlerinde geçmiş olmalıdır. Bu noktada işçinin çalışmasının aralıklı geçmiş olması, çalışmalarının toplanmasına engel teşkil etmez.

👉İşçinin aynı işverene ait aynı ya da farklı iş yerlerinde aralıklı veya aralıksız çalışması halinde, bu sürelerin tamamı kural olarak dikkate alınır. 

  • Bununla birlikte, işçi aynı işverene ait aynı ya da farklı iş yerlerinde aralıklı çalışmış ve önceki dönemlerin tazminatı ödenerek, söz konusu dönemler tasfiye edilmişse, Yargıtay kıdem tazminatı ödenerek tasfiye edilen eski dönemlerin, daha sonra kıdem tazminatı hesabında dikkate alınamayacağına hükmetmektedir.   

 • Bunun yanı sıra önemle ifade edelim ki Yargıtay’a göre, önceki dönem çalışmalarının dikkate alınabilmesi için, ilgili çalışma dönemlerinin kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde sona ermiş olması gereklidir.  

• Sonuç olarak kısaca ifade etmek gerekirse açıklananlar doğrultusunda, birden fazla dönemin söz konusu olduğu hallerde sadece kıdem tazminatına hak kazanılacak şekilde sona eren ve kıdem tazminatı ödenerek tasfiye edilmeyen farklı dönemler göz önüne alınabilecektir. Bu dönemlerin arasına kıdem tazminatına hak kazandırmayacak şekilde sonlanmış başka bir dönemin girmesinin önemi yoktur. Örneğin; iş yerinde 5 dönem çalışmış olan işçinin ilk iki dönemdeki iş sözleşmesi tazminata hak kazanılacak şekilde sona ermiş olsun. Fakat 3. dönem işçinin süreli feshiyle son bulsun ve son 2 dönem de tazminata hak kazanılacak şekilde sonlansın. Bu durumda işçinin kıdemi hesaplanırken 3. dönem hariç olmak üzere toplam 4 dönem dikkate alınacaktır. 

• İfade edelim ki Yargıtay, işçinin işveren nezdinde aralıklı çalışması söz konusu ise, bu hükmü kıyasen uygulayarak ihbar tazminatına esas alınacak kıdemi bulurken de aralıklı çalışmaların toplamı üzerinden hesaplama yapılacağına hükmetmektedir (Yarg. 9. HD., T. 31.01.2011, E. 2009/1551, K. 2011/1493)

 • İşçinin en az bir yıllık çalışması aynı işverene ait işyeri ya da iş yerlerinde geçmiş olmalıdır. Kural olarak aynı gruba ya da holdinge bağlı farklı tüzel kişiliği haiz şirketlerde geçen hizmetlerin birleştirilmesi mümkün olmaz. Ancak çalışma hayatında işçinin sigorta kayıtlarında yer alan işverenin dışında başka işverenlere hizmet verdiği, yine işçinin bilgisi dışında birbiri ile bağlantısı olan işverenler tarafından sürekli giriş çıkışlarının yapıldığı sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu gibi durumlar için Yargıtay içtihatlarında "şirketler arasında organik bağ"dan söz edilerek kıdem tazminatına hak kazanma, hesap tarzı yönlerinden aralarında bağlantı bulunan bu işverenlerin birlikte sorumluluğuna gitmekteydi. Ancak daha sonraki kararlarda organik bağdan söz edilerek sonuca gidilemeyeceği kabul edilmişti ve farklı işverenler nezdinde geçen sürelerin kıdem tazminatı hesabı noktasında birleştirilebilmesi için iş yeri devri, hizmet akdi devri, asıl işveren alt işveren ilişkisi ve birlikte istihdam olgularının bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiği çok sayıda kararda vurgulanmıştı. Ancak, Yargıtay bu yöndeki yaklaşımın işçilerin yasal haklarını karşılamada, özellikle davaların uzaması göz önünde bulundurulduğunda yetersiz kaldığını dikkate alarak, ilk içtihadına dönmüş ve kıdem tazminatının hesabında organik bağ çerçevesinde sonuca ulaşılacağına hükmetmiştir. 

• Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, işçinin aynı işverene ait iş yerlerinde aralıklı çalışması ve önceki çalışmalarının gerçekten sona ermesi nedeniyle kıdem tazminatı ödenerek tasfiye edilmesi halinde, önceki dönemler esas alınmamaktadır. Fakat uygulamada işçi aralıksız çalışmasına ve iş sözleşmesi sona ermemesine rağmen, daha az kıdem tazminatı ödenmesi amacıyla işçilere her bir yılın sonunda kıdem tazminatı adı altında ödeme yapılmaktadır. Bu durumda yani sigortadan çıkışının yapılması ve kıdem tazminatı ödenmesine rağmen, işçi iş yerinde aralıksız çalışmaya devam ediyor ise, Yargıtay iş sözleşmesi sona ermeden ödenen bu kıdem tazminatının avans niteliğinde olduğuna ve bunun faiziyle birlikte kıdem tazminatından mahsup edileceğine karar vermektedir.

👉İşçinin aynı işverene ait aynı ya da farklı iş yerlerinde aralıklı çalışması ve önceki çalışmalarının kıdem tazminatı ödenerek tasfiye edilmesi halinde önceki çalışmalar dikkate alınmaz.   

İşçinin aynı işverene ait iş yerlerinde çalışması ve önceki çalışmalarının kıdem tazminatına hak kazanmayacak şekilde sona ermesi halinde önceki çalışmalar dikkate alınmaz

👉İşçinin aynı işverene ait aynı ya da farklı iş yerlerinde geçirdiği süreler toplanır; ancak farklı kamu kurumlarında geçirilen süreler de toplanır. 

👉Farklı kamu kurum ve kuruluşunda geçen sürelerin toplanabilmesi için işçinin iş sözleşmesini yaşlılık veya malullük aylığı ya da toptan ödeme almak amacıyla feshetmesi gerekmektedir

 • Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, işçinin aynı işverene ait aynı ya da farklı iş yerlerinde geçirdiği süreler aralıklı olsa da olmasa da toplanmaktadır. Bununla birlikte istisnai bir hâlde farklı işverenlere ait farklı iş yerlerinde geçirilen süreler de toplanmaktadır. İş Kanunu’nun 14. maddesinin 4. ve 5. fıkralarına göre; T.C Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kanunu’na veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olarak sadece aynı ya da değişik kamu kuruluşlarında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre yaşlılık veya malullülük aylığına ya da toptan ödemeye hak kazanan işçiye, bu kamu kuruluşlarında geçirdiği hizmet sürelerinin toplamı üzerinden son kamu kuruluşu işverenince kıdem tazminatı ödenir. Yukarıda belirtilen kamu kuruluşlarında işçinin hizmet akdinin evvelce bu maddeye göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona ermesi suretiyle geçen hizmet süreleri kıdem tazminatının hesabında dikkate alınmaz. • Görüldüğü üzere söz konusu hüküm uyarınca, eğer işçi kamuda çalışmakta ise, eski iş yerleri aynı işverene ait olmasa bile, başka bir ifadeyle işçi farklı kamu tüzel kişilikleri nezdinde çalışsa bile, bu iş yerlerinde geçen süreler kıdem hesaplanırken birleştirilecektir.  

• Madde metninden de anlaşılacağı üzere, birleştirilecek sürelerin kamu kuruluşlarında geçirilmiş olması ve son kamu kuruluşundaki iş sözleşmesinin yaşlılık veya malullük aylığı ya da toptan ödeme almak amacıyla sona erdirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla işçinin haklı nedenle sözleşmeyi sona erdirmesi yahut ölmesi veya işveren tarafından m.25/II dışında yapılan fesihlerde bu madde uygulanmaz. Farklı bir ifadeyle bu durumda süreler birleştirilemez. Bununla birlikte, işçinin ölümü ile sözleşmenin sona ermesi halinde, Yargıtay mirasçılara ödenmesi gereken kıdem tazminatı hesabında farklı kamu kurumunda geçirilen sürelerin toplanacağına dair kararlar vermiştir.  İşçinin belirtilen şekilde kıdem tazminatına hak kazanması halinde, kıdem tazminatı hizmet sürelerinin toplamı üzerinden son kamu kuruluşu işverenince ödenecektir.  

Örnek : İş yerinde 7 aydır çalışan işçi iş sözleşmesini İşK.m.24 uyarınca feshetmiştir. Bu durumda işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz. Zira çalışma süresi 1 yıldan azdır

İş sözleşmesinin belirli nedenlerle sona ermesi 

İşçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için sadece iş yerindeki çalışma süresi değil, iş sözleşmesinin ne şekilde sona erdiği de önem arz eder. Farklı bir ifadeyle, iş sözleşmesinin sona erdiği her durumda değil; ancak belli sona erme hallerine bağlı olarak işçi kıdem tazminatına hak kazanır [1, 2, 3, 4, 5, 6]. Söz konusu bu hâller, 1475 sayılı Kanun’un hâlen yürürlükte olan 14. maddesinde belirtilmiştir: • İşveren tarafından İşK. m. 25/II uyarınca gerçekleştirilen fesihlerde ve işçinin 6356 sayılı K. m.58 uyarınca kanun dışı greve katılması nedeniyle iş sözleşmesinin işverence feshedilmesi halinde kıdem tazminatı hakkı doğmaz. • Bu bakımdan işveren tarafından yapılan her türlü fesihte işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak İşK. m.25/II uyarınca veya işçinin yasa dışı greve katılması nedeniyle iş sözleşmesinin sona erdirilmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanmaz [2, 4, 6]. • Dolayısıyla iş sözleşmesinin işverence geçerli nedenle veya İşK.m.25/I, III, IV uyarınca haklı nedenle ya da işverence haksız, geçersiz bir şekilde sona erdirilmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanır.  • İşçi tarafından iş sözleşmesi İşK. m.24 uyarınca feshedilirse işçi kıdem tazminatına hak kazanır [2, 4, 6]. • İşçi iş sözleşmesini İşK. m.24 uyarınca feshederse kıdem tazminatına hak kazanacağından, iş sözleşmesini bunun dışındaki herhangi bir nedenle feshederse kıdem tazminatına hak kazanamaz. Ancak işçinin İşK. m.24 uyarınca sözleşmeyi feshetmediği hâlde kıdem tazminatına hak kazanabileceği bazı istisnai durumlar vardır. • Buna göre muvazzaf askerlik nedeniyle iş sözleşmesinin erkek işçiler tarafından feshedilmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Yargıtay vermiş olduğu kararlarda, işçinin fesihten 1, 3, 4 ay geçtikten sonra askere gitmesi halinde feshin muvazzaf askerlik ödevi nedeniyle yapıldığını kabul ederken; 1 yıllık veya 14 aylık süre geçmesi halinde kıdem tazminatına hak kazanılamayacağına hükmetmiştir. Şu halde, muvazzaf askerlik ödevi gerekçesiyle işçinin işten ayrılması ancak uzun süre geçmesine rağmen askere sevk edilmemesi kıdem tazminatı hakkının doğumuna engel kabul edilir. Buradaki uzun süre, “makul bir süre” olup Yargıtay tarafından her olayın özelliğine göre değerlendirmektedir. • Diğer bir istisnai hâlde yaşlılık aylığı (emeklilik) veya toptan ödeme almak amacıyla işçi tarafından gerçekleştirilen fesihlerdir.  • Diğer istisnai hâl, işçiler emeklilik için yaş koşulu dışında diğer koşulları sağlıyorlar ise (en az 15 yıl sigortalılık süresi ve 3600 gün prim ödeme gün sayısı), bu nedene dayanarak sözleşmeyi feshederlerse kıdem tazminatı talep edebilirler. Yargıtay’ın çelişkili kararları bulunmakla birlikte son dönem kararları, işçinin 15 yıl 3600 gün prim gününü doldurması sebebiyle işten ayrılması halinde kısa süre içerisinde başka iş yerinde çalışmaya başlamasının kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmayacağı yönündedir. İşçinin böyle bir gerekçeyle sözleşmeyi feshetmesi üzerine kendisine kıdem tazminatı ödenmesi için feshin anılan nedene dayandırılması yeterli olmayıp, Yargıtay’ın uygulaması gereği; işçi hem aylığa/toptan ödemeye hak kazandığını hem de bunlar için Sosyal Güvenlik Kurumu’na başvurduğunu belgelemelidir.   

👉Kıdem tazminatına hak kazanmak için işçinin çalışma süresinin 1 yıl olması yeterli değildir. İş sözleşmesinin ne şekilde sona erdiği de önemlidir.   

👉İşveren tarafından yapılan her türlü fesihte işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak iş sözleşmesinin İşK.m.25/II veya yasa dışı grev nedeniyle feshedilmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz.  

👉Belirli süreli sözleşmenin süresinin dolmasıyla sona ermesi halinde, işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz.   

• Diğer ve son istisnai hâl sadece kadın işçiler için öngörülmüştür. Buna göre kadın işçi, sözleşmeyi, evlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde feshederse, kıdem tazminatına hak kazanır. Farklı bir ifadeyle, iş sözleşmesi devam ederken evlenen kadın işçi, bu evliliğin gerçekleştiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde iş sözleşmesini feshettiği takdirde kıdem tazminatı alacaktır. Söz konusu evliliğin kadın işçinin ilk evliliği olup olmaması önem taşımamaktadır. Bir yıllık sürenin başlangıcı ise “resmi evlilik işleminin tamamlanması”dır. Yargıtay’a göre, evlendiği için kıdem tazminatını alarak işinden ayrılan kadın işçinin, daha sonra başka bir işte çalışmaya başlaması, kıdem tazminatı hakkını etkilemez. • İşçinin ölümü halinde de kanuni mirasçıları kıdem tazminatına hak kazanacaktır. • Belirli süreli sözleşmenin süresinin dolmasıyla sona ermesi halinde, işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz.  Zira bu durum kıdem tazminatı koşulu olarak, 14. maddede sınırlı sayıda yer verilmiş bulunan iş sözleşmesinin sona erme hallerinden değildir. Öte yandan, belirli süreli iş sözleşmesinin, işçi tarafından haklı feshi yahut işveren tarafından İşK. m.25/I, III, IV uyarınca haklı ya da haksız feshi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanır. 

Kaynak: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Faruk Barış MUTLA

YARARLANILAN KAYNAKLAR:  [1] Aktay, N., Arıcı, K., Senyen Kaplan, T.(2013). İş Hukuku (6. baskı). Ankara: Gazi Kitabevi. [2] Çelik, N., Caniklioğlu, N., Canbolat, T.(2017). İş Hukuku Dersleri (30. baskı). İstanbul: Beta Yayınevi. [3] Eyrenci, Ö., Taşkent, S., Ulucan, D. (2016). Bireysel İş Hukuku (7. baskı). İstanbul: Beta Yayınevi. [4] Mollamahmutoğlu, H., Astarlı M., Baysal U.(2014). İş Hukuku (6. baskı). Ankara: Turhan Kitabevi. [5] Sümer, H.H.(2017). İş Hukuku (22. baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık. [6] Süzek, S.(2016).İş Hukuku (12. baskı). İstanbul: Beta Yayınevi.


spacer

Şahıs Firması Nasıl Kurulur ? Gereken Evraklar Nelerdir?

 


Şahıs firması kurmak ve kapatmak diğer şirket türlerine nazaran daha basittir.E-Devlet uygulaması üzerinden de kurulabilen Şahıs firması bizzat vergi dairesine başvurarak  veya bir muhasebeciye vekalet vererek açılabilir.Son dönemlerde e-ticaret yapmak isteyen genç girişimciler için şahıs firması kurulumu merak konusu oldu.Şahıs firmasının diğer şirket türlerine göre avantajı sabir bir vergi oranı olamyıp gelirine göre vergilendirilmesidir.Ancak yüksek gelirli şahıs şirketlerin vergi oranı yüzde 40 a kadar çıkma dezavantajı var.Şahıs firması tek kişi ile kurulabileceği gibi birden çok kişi ortaklığı ile de kurulur.Şirketin borçlarından tüm ortaklar sorumludur.

Şahıs firması Kurulumu İçin Gereken Evraklar

Şahıs şirketi açmak için şu evrakların eksiksiz bir şekilde vergi dairesine götürülmesi şirketin 2 gün gibi kısa bir süre içerisinde açılabilmesi için yeterlidir:

● Şahıs şirketi kuruluşu başvuru formu (Bu form vergi dairesinden ya da internet üzerinden temin edilebilir.)

● 2 adet nüfus cüzdanı sureti (Nüfus cüzdanı sureti nüfus cüzdanında yer alan bütün bilgileri içeren bir belgedir ve e-Devlet üzerinden alınabilir.)

● 2 adet şirket sahibinin vesikalık fotoğrafı

● 2 adet imza beyannamesi (Noterden alınabilir.)

● 2 adet ikametgâh belgesi (e-Devlet üzerinden alınabilir.)

● Kira kontratı ya da tapu fotokopisi.

Şahıs Şirketinin Ödemekle Yükümlü Olduğu Vergiler

Şahıs şirketi diğer birçok şirket türü gibi vergiye tabi tutulur. Şahıs şirketinin gelirle orantılı vergilendirilmesi ilk etapta avantajken gelir arttıkça dezavantaja dönüşür. Bu şirket türünün ödemekle yükümlü olduğu vergiler %15 ve %40 arasında değişim gösterir.

Şahıs şirketinin ödemekle yükümlü olduğu vergi çeşitleri şu şekildedir:

● Damga vergisi

● Katma Değer Vergisi (KDV)

● Geçici vergi

● Gelir vergisi

Şahıs Firması Kurma Maliyeti

Şahıs şirketi kurmanın maliyeti, kurucunun bulunduğu ile, çalıştığı muhasebeciye ve şirketin hacmine göre değişiklik gösterebilir. Şahıs şirketi kurmanın maliyeti konusunda şu rakamlar ortalama olarak verilebilir:

● İmza beyannamesi – 100 TL

● İşyeri açılış hizmet bedeli – 625 TL

● Muhasebeci ya da mali müşavir ile çalışılıyorsa verilecek vekalet ücreti – 200 TL

● Vergi dairesinde imzalanacak sözleşmelere ait damga vergileri – 50 TL Kuruluş maliyeti çokça faktöre göre değişiklik gösterebileceği gibi ortalama olarak 600-1000 TL arası bir maliyet oluşabilir.

spacer

Hz.Ebubekir Sıddık Sahabi Efendimizin Hayatı


Hz. Ebubekir Sıddık (Allah Ondan Razı Olsun) Peygamberimizin (S.A.V)  en yakın dostu ve ilk iman eden erkek sahabi efendimizdir.Cömertliği ile de bilinen Hz. Ebubekir zaman zaman tüm malını İslam yolunda vermiştir.Peygamberimize (S.A.V) hicret yolunda yoldaşlık etme şerefine nail olmuştur.

Hz. Muhammed’in (s.a.v) İslam’ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu’l Kur’an, es-Sıddık, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabe. Kur’an-ı Kerim’de hicret sırasında Rasulullah’la beraber olmasından dolayı, “…mağarada bulunan iki kişiden biri…” (Tevbe, 40) seklinde ondan bahsedilmektedir. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslam’dan sonra Rasulullah’ın (s.a.v) ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azat edilmiş manasında “atik”; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da “Sıddık” lakabıyla anılmıştır. “Deve yavrusunun babası” manasına gelen Ebubekir adıyla meşhur olmuştur. Anasının adı Ümmü’l-Hayr Selma, babasının ki Ebu Kuhafe Osman’dır. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında bütün ailesi Müslüman olmuştur. Babası Ebu Kuhafe, Ebubekir’in halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebubekir ’in Rasulullah’tan (s.a.v) bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslam’dan önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan “Hanif” bir tacir olan Ebubekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber’den (s.a.v) hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslam için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır.


Hz. Ebubekir'in Doğumu

Hz. Ebubekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571’de Mekke’de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle taninmiş ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek cahiliye döneminde çok yaygın bir adet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke’nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslam için harcamıştır. Rasulullah’a iman eden Ebubekir (r.a.) İslam davetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslam’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk Müslümanların bir çoğu İslam’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Ebubekir hayatı boyunca Rasulullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasulullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umumi ve hususi olan önemli islerde ashabıyla müşavere eden Peygamber (s.a.v) bazı hususlarda özellikle Ebubekir’e danışırdı. (Ibn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona “Peygamber’in veziri” derlerdi. Teymogullari kabilesi Mekke’de önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebubekir’in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebubekir, cahiliye döneminde de güzel ahlakı ile tanınan, sevilen bir kişi idi. Mekke’de “esnak” diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi islerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.v) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah’ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşavere ederlerdi. İkisi de cahiliye kültürüne karsıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.

İlk İman Edenlerden Birisi...

Hz. Ebubekir (r.a), Hira dağından dönen Hz. Muhammed (s.a.v) ile karşılaştığında, Rasulullah (s.a.v) ona, “Allah’ın elçisi” olduğunu söyleyip “Yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alak, 1) diye başlayan ayetleri bildirdiği zaman hemen ona: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve senin O’nun resulü olduğuna iman ettim” demiştir. Hz. Hatice’den sonra Rasulullah’a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.v) İslam’ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebubekir seksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v), “Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebubekir’in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı ” diye lâtif bir benzetme de yapmıştır. Mü’min Ebubekir, hayatinin sonuna kadar tüm varlığını İslam’a adamış, bütün hayırlı işlerde en basta gelmiştir. Ebubekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslam’a kazandırmaya çelişti, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri saatin alıp azat etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebu Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır. Kendisi de Mescid-i Haram’da müşriklerin saldırısına uğramıştı.

İlk Davetçilerden

Hz. Ebubekir, iman ettikten sonra İslam’ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebu Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi ilk Müslümanları İslam’a dâvet eden odur.

Cesurluğu 

Müşriklerin eziyetleri çoğalıp Müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebubekir’e de Habeşistan’a göç etmesini söylemiş ve Ebubekir yola çekmiş; ancak Berkü’l-Gimâd’da Mekke’nin ileri gelen kabilelerinden Ibn Dugunne ile karşılaştığında Ibn Dugunne onu himayesine aldığını ve Mekke’ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke’ye dönmüşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebubekir’i himayesine alan Ibn Dugunne, Ebubekir’in açıktan açığa ibadet etmesi ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını söylediğinde Ebubekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de vermediğini ifade etmişti: “Senin himayeni sana iade ediyorum. Bana Allah’ın himayesi yeter.” Böylece on üç yıl Mekke’de Rasulullah’ın yanında kalan Hz. Ebubekir, Hz. Aişe’nin rivayetine göre, Rasulullah hicret emrini alıp Ebubekir’e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebubekir sevinçten ağlamaya başlamıştı. (Ibn Hisâm, es-Sire, II, 485)

Sıddık Lakabının Verilişi

Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir gecede Mekke’den Kudüs’e oradan Sidretü’l Münteha’ya gittiği isra ve Miraç hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebubekir’e yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bu sözünden sonra Ebubekir’e; ihlaslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, “Sıddık” lakabı verildi. Kur’an tabiriyle, “O, ne iyi arkadaştı ” (Nisa, 69) denilebilir. İşte o “Sıddık” ile o “Emin”, o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir.

Hicreti

Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebubekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan sonra Rasulullah içeri girmiştir. Ebubekir’in kızı Esma yolda yemeleri için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke’den ayrılınca müşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin müşrikleri Ebu Cehil başkanlığında Esma’nın evini aradılar, hakaret edip dayak attılar. Hz. Ebubekir (r.a.) hicret yolculuğuna çıkarken yanına bütün parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun nerede olduğunu, nereye gittiğini kâfirlere söylememiştir. İz süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına kadar geldiler. Rasulullah bu sırada Kur’an’da anlatıldığı biçimde söyle diyordu: “Üzülme, Allah bizimledir” (Tevbe, 40). Nitekim Allah ona güven vermiş, göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar. Mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye yönelen Rasulullah ile Ebubekir Küba’ya vardılar.

İki Kişiden Biri

Ebubekir mağarada kaldıkları günü söyle anlatır: “Rasulullah (s.a.v) ile beraber bir mağarada bulundum. Bir ara basımı kaldırıp baktım. O anda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, ‘Ya Rasulullah, bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür’ dedim. O, ‘Sus ya Ebubekir. iki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola, endişe edilir mi?’ buyurdu. Küba’da üç gün kalan Rasulullah ile Hz. Ebubekir nihayet Medine’ye vardılar. Medine’de Hz. Ebubekir humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip yatağa düştüğünde Rasulullah, “Allah’ım Mekke’yi bize sevgili kıldığın gibi Medine’yi de bize sevgili kil, hummayı bizden uzaklaştır” diye dua ettiği zaman Hz. Ebubekir ve hasta olan diğer sahibiler iyileştiler. Bu arada Hz. Aişe ile Hz. Muhammed’in (s.a.v) düğünleri yapıldı. Mescidi Nebî inşa edildi. Masrafların bir kısmini Hz. Ebubekir karşıladı. Medine’de kardeşlik tesis edildiğinde Ebubekir’in kardeşliği Harise b. Zeyd oldu.

Hz. Ebubekir'in Sevaba Arzu Duyması

Hz. Ebubekir Medine’de Mescidi Nebî’nin inşasına katıldı. Rasulullah İslam’ı yaymak ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak için seriyye denilen keşif kollarını Medine dışına gönderiyor, bunlara bazen Hz. Ebubekir de katılıyordu. Rasulullah ile birlikte bizzat çarpıştığı savaşlarda (Bedir, Uhud, Hendek) Ebubekir de yer aldı. O; Müreysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. Rasulullah’ın bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebubekir, bu sözü geçen büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır. Çarpışma olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Useyre gazveleriyle de düşmanlar itaat altına alin mistir. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebubekir, Rasulullah’ın en yakınında yer almış olup onun “veziri” gibi her daim yanında olmuştur.

Bedir Savaşı

Bedir’de, oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Ebubekir oğluyla çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir’de birçok sahabe, oğlu, kardeşi, babası, dağisi ile çarpışmıştı. Bedir savaşı, Müslümanların İslam’ı her şeyden üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan müşrikleri kan bayi veya kabile taassubu içinde kalmadan, başka insanlardan ayırt etmeden karşılarına aldıklarını göstermektedir. Rasulullah’ın bir amcası Hamza, İslam ordusu safındayken öteki amcası Abbas, düşman safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebu Süfyan ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hatta kızı Zeynep’in esi Ebu’l-As da Rasulullah’a karsı müşriklerle birlikte savaşıyordu. Hicretin 9. yılında Medine’de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans imparatoru, Şam’da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı. Rasulullah, bu orduya karsı İslam ordusunu hazırlarken, kıtlık sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebubekir malının hepsini bu ordunun hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda “Veda Haccında” bulunan Allah’ın Resulü, on birinci yılda hastalandı.


Hz. Ebubekir'in Halifelik Dönemi

Hz. Ebubekir nasıl halife oldu?

Hicrî on birinci yılda hastalanan Rasulullah (s.a.v) 13 Rebiyülevvel pazartesi günü (8 Haziran 632) vefat etti. Onun vefatını duyan Müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için “öldü” diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebubekir, Rasulullah’ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefat haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasulullah’ı alnından öptü ve “Babam ve anam sana feda olsun ya Rasulullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şanın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Ya Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım …” dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve şöyle dedi; “Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah’ın su buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır”. (Ali İmran, 144) Allah’ın kitabı ve Rasulullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sabittir. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”. (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198) Hz. Ebubekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra Rasulullah’ın teçhiziyle uğraşırken,


Ensar ve Muhacirin Ortak Kararı

Ensâr, Benû Sâide sakifesinde toplanarak Hazrec’in reisi olan Sa’d b Ubâde’yi Rasulullah’tan sonra halife tayin etmek için bir araya gelmişlerdir. Ebubekir, Hz. Ömer, Ebu Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde’ye gittiler. Orada Ensâr ile konuşulduktan ve hilafet hakkında çeşitli müzakereler yapıldıktan sonra Hz. Ebubekir, Ömer ile Ebu Ubeyde’nin ortasında durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine beyat edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebubekir’in konusmasindan sonra Hz. Ömer atılarak hemen Ebubekir’e beyat etti ve “Ey Ebubekir, Müslümanlara sen Rasulullah’ın emriyle namaz kıldırdın. Sen onun halifesisin ve biz sana beyat ediyoruz. Rasulullah’a hepimizden daha sevgili olan sana beyat ediyoruz” dedi. Hz. Ömer’in bu ani davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebubekir’e beyat ettiler. Bu özel beyattan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî’de Hz. Ebubekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona beyat edildi. Rasulullah’ın defni salı günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği hakkında da bir ihtilaf meydana geldiğinde Hz. Ebubekir yine ferasetini ortaya koydu ve “Her peygamber öldüğü yere defnedilir” hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilafı giderdi. Rasulullah’ın cenaze namazı imamsız olarak gruplar halinde kilindi. Bütün bunlar olurken, Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’nın evinde Haşimoğluları ve yandaşları ile toplandığı ve beyat ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz. Ali rivayetlere göre, el-Beyatü’l-Kübrâ’ya beyat edildiği haberini alır almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip Hz. Ebubekir’e beyat etmiştir (Taberî, Târih, III, 207). Onun aylarca Hz. Ebubekir’e beyat etmediği haberleri gerçeğe uygun olmadığı kabul edilir. Çünkü onun Ebubekir’in üstünlüğünü bildiği, onun hakkında yaptığı konuşmalar ve tarihin akışı, diğer rivayetlere aykırıdır.

Ashabın Birlikteliği Devam Etmiştir

Rasulullah’ın en yakın ashabı arasında -hatta Ebubekir ile Ömer arasında- zaman zaman ihtilaflar, görüş ayrılıkları meydana gelmişse de ilk iki halife zamanında da görüldüğü gibi daima birliktelik devam ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi görünen hadiselerin birçoğunda huy ve karakter farklılığı rol oynuyordu. Meselâ Ebubekir yumuşak ve sakin davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı. Ama her zaman birlikte hareket ettiler. Ebubekir’in yönetiminde, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam Ridde savaşlarında, namazlarda Ebubekir’in arkasında yer almışlardır (Ibn Kesir, el-Bidâye ve’n Nihâye, V, 249). Hz. Ali, Rasulullah’ın bir vasiyeti olsaydı ölünceye kadar onu yerine getireceğini söylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, Ibn Abbas’in Rasulullah hastalandığı zaman ona gidip hilâfet işini sormak istemesini geri çevirmiştir. Yani Hz. Ebubekir’in halifeliğine karsı kimseden bir çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtri, akli ve maslahata uygun olan da onun halifeliğidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazılı bir ahitname bırakmamış, ancak Hz. Ebubekir’in faziletine dair Mescid’de konuşmuş, hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine imam tayin etmiştir. Hz. Ebubekir, kendisine Rasulullah’ın mirasından pay almak için gelen Hz. Fatıma’ya, “Rasulullah’ın yaptığı hiçbir şeyi yapmaktan geri durmam” diyerek, Fatıma’nın peygamberin kızı olmasını dinin üstün tutulmasından daha önemsiz görmüş ve Rasulullah’ın yanındayken ondan ne duymuş ne görmüşse onu tatbik etmiştir (Taberî, III, 220). Sonraları Hz. Ali’nin hilâfeti zamanında Fatıma’ya -ki, Ebubekir’e gidip miras isterken onu savunmuştu- mirastan hiçbir şey vermemesi de ashabın Rasulullah’ın sünnetine nasıl itaat ettiklerinin delilidir. (Ibn Teymiye, Minhâc’üs-Sünne, III, 230) Hz. Ebubekir “Rasulullah’ın Halifesi” seçildikten sonra Mescid’de yaptığı konuşmada, “Sizin en hayırlınız değilim, ama basınıza geçtim; görevimi hakkıyla yaparsam bana yârdim ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz; ben Allah ve Resul’üne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez…” demiştir (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203).


Yalancı Peygamberlerle Savaşmıştır

Hz. Ebubekir Rasulullah’ın halifesi olduktan sonra, onun vefatıyla Arabistan’da Mekke ve Medine dışındaki bölgelerde görülen dinden dönme hareketlerine, yalancı peygamberlere, “namaz kılarız ama zekat vermeyiz” diyenlere karsı savaş açtı. Esvedu’l-Ansi, Müseylemetü’l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarla bu zararlı unsurlar yok edilmiş, isyan bastırılmış, zekât yeniden toplanmaya ve Beytü’l-Mal’e konulup dağıtılmaya başlanmıştır.


Fetihleri Devam Ettirmiştir

Rasulullah’ın hazırladığı, ancak vefatı sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün’e yollayan Ebubekir, Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarını bastırmıştır. İçte isyancılarla mücadele edilirken, dışta da iki büyük imparatorluğun, İran ve Bizans’ın ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaşlarla İslam diyarına katilmiş, Irak fethedilmiş, Suriye’nin de önemli kentleri ele geçirilmiştir. Yermük savaşı devam ederken Hz. Ebubekir vefat etmiştir. Onun ordusuna verdiği öğütlerde şu ibareler vardır: “Kadın, çocuk ve yaslılara dokunmayın, yemiş veren ağaçları kesmeyin, mamur bir yeri tahrip etmeyin, haddi asmayın, korkmayın.” Gerçekten İslam ordusu fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle düşmanların takdirini kazanmış, Müslüman olmayıp da cizye vererek İslam’ın himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yasamışlardır.


Kur’an-ı Kerim’in Toplanması, Mushafın Meydana gelmesi

Hz. Ebubekir, Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurranın (hafızların) birçoğunun şehit olması üzerine, Hz. Ömer’in Kur’an’ın toplanması fikrine önce sıcak bakmamışsa da sonra ona hak vererek, Kur’an ayetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Rasulullah zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashabın çoğu da Kur’an hafızı idi. Fakat yazılı olan ayetler dağınıktı, kurra da azalınca Kur’an’ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebubekir, Zeyd b. Sabit’in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki ayetleri getirmesini emretti. Ayrıca şahitlerle ayetler doğrulanıyor, kurra ile tekit ediliyordu. Böylece bütün ayetler toplandı ve “Mushaf” meydana getirildi. Bu Mushaf Ebubekir’den Ömer’e, ondan da kızı Hafsa ’ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak Dârü’l-islam’in bütün vilayetlerine dağıtıldı.

HZ. EBUBEKİR’İN VEFATI

İbn-i Ömer Hazretlerinin rivâyetine göre Hazret-i Ebûbekir’in radıyallahu anh vefâtına sebep olan şey, onun Resûlullah Efendimiz’in vefâtından duyduğu derin üzüntüdür. Hakîkaten o, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in vefâtına o kadar üzülmüştü ki, mübârek vücudu eriye eriye iyice zayıfladı ve nihâyet vefât etti.[34]

Hazret-i Aişe şöyle anlatır:

“Vefât ettiği hastalığı esnâsında babam Ebûbekir’in yanına girdim. Bana:

«-Peygamber Efendimiz’i kaç parça bez ile kefenlediniz?» diye sordu.

-Gömlek ile başlık olmaksızın, üç parça beyaz pamuk bez ile kefenledik.» dedim.

«-Nebî r hangi gün vefât etmişti?»

«-Pazartesi.»

«-Bugün günlerden ne?»

«-Pazartesi.»

«-Benim vefâtımın da şu an ile gece arasında olmasını ümid ediyorum!» dedi. (Akabinde:)

[«–Eğer bu gece ölürsem beni yarına bekletmeyiniz! Zira benim için gün ve gecelerin en sevimlisi, Resûlullah’a en yakın olanıdır!» dedi. (Ahmed, I, 8)]


Sonra Hazret-i Ebûbekir, hastayken giymiş olduğu üzerindeki elbiseye baktı, elbisede biraz zâferân lekesi vardı:


«-Bu elbisemi yıkayın, iki elbise daha ilâve edin ve beni bunlarla kefenleyin!» dedi. Ben:


«-Babacığım, bu elbise eski!» dedim. Ebûbekir radıyallahu anh:


«-Diri, yeni elbise giymeye ölüden daha lâyıktır. Ölünün giydiği kefen ise kan ve irinle kirlenecektir.» dedi.


HZ. EBUBEKİR’İN MEZARI NEREDEDİR?

Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, salı akşamı (pazartesiyi salıya bağlayan akşam) vefât etti ve sabah olmadan defnedildi.” (Buhârî, Cenâiz, 94)

2 sene 3 ay 10 günden beri hasretini çektiği Fahr-i Kâinât Efendimiz’in vuslatına nâil oldu. Allah ondan râzı olsun.

Resûlullah Efendimiz gibi 63 yaşında vefât etmişti. O gün tarih 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) idi.


Not: Hz. Ebubekir’in kabri şerifi Ravza-i Mutahhara’da Peygamber Efendimiz ile Hz. Ömer’in kabrinin arasında bulunmaktadır.


HZ. EBUBEKİR’İN SON SÖZLERİ

Son sözleri şu âyet-i kerîmedeki niyâz olmuştu:


“…(Allâh’ım!) Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine ilhâk eyle!” (Yûsuf, 101)[35]


HZ. EBUBEKİR’İN HİKMETLİ SÖZLERİ

“Allah rızâsı murâd edilmeyen sözde;

Allah yolunda harcanmayan malda;

Cehâleti hilmine gâlip gelen kimsede;

Allah için yapacağı bir işte, ayıplayanın ayıplamasından korkan kimsede hayır yoktur.”

“Allah ile mahlûkâtından hiçbiri arasında bir nesep bağı yoktur. Hayırlara nâil olmak, kötülüklerden korunmak (ve Allâh’a yakınlık), ancak O’na itaat ve emirlerine tâbî olmakla mümkündür.”

“Şunu iyi bil ki Cenâb-ı Hakk’ın gündüz yapılmasını istediği bir amel vardır, onu gece kabûl etmez; gece yapılmasını istediği bir amel vardır, onu da gündüz kabûl etmez!”

“Allah, kulunun amelsiz sözünden râzı olmaz.”

“Çok söz, kişiyi unutkan yapar.”

“Ne söylediğini, ne zaman söylediğini ve kime söylediğini iyi düşün!”

“Allah dostları (mizaçlarına göre) üç sınıftırlar. Her üç sınıf da, üçer alâmetle bilinir:

Birinci sınıf (Hak dostları), havf (korku) hâlinde olanlardır. Bunlar;


Dâimâ mütevâzıdırlar.

Hayır-hasenatları ne kadar çok olsa da onu az görürler.

En küçük hatâlarını bile büyük görürler.

İkinci sınıf (Hak dostları), recâ (ümit) sahibi kimselerdir. Bunlar da;


Her hâl ve hareketlerinde insanlara fazîlet ve güzellikler sergileyerek örnek olurlar.

Mallarını Hak yolunda sarf ederek insanların en cömertlerinden olurlar.

Allâh’ın kullarına karşı dâimâ hüsn-i zan içindedirler.

Üçüncü sınıf (Hak dostları) ise, aşk ve muhabbet vecdiyle Rabbine ibadet eden (ârifler)dir. Bunlar da;


Sevdikleri şeyleri (Allah için) infâk ederler.

Her hâl ve hareketlerinde Allah rızâsını hedefler, bu yüzden câhillerin kınamalarına aldırmaz, onların kaba davranışlarından rahatsız olmazlar.

Nefislerine ağır gelen şeyleri nefislerinin muhâlefetine rağmen îfâya çalışırlar; bütün hâl ve hareketlerinde Allâh’ın emir ve nehiylerine itaat ederler.”

“Hakk’ı tanıyan âriflerin kölesi ol!”

“Sana yol göstermek isteyenden hâlini gizleme! Aksi takdirde kendini aldatırsın.”

“Kendini ıslah et ki insanlar da sana karşı iyi davransınlar.”

“Dört kimse Allâh’ın sâlih kullarındandır:

Tevbe eden kişiyi gördüğü zaman sevinen,

Günahkârların affı için Rabbine yalvaran,

Din kardeşine gıyâbında duâ eden,

Kendinden muhtaç kişiye yardım ve hizmette bulunan.”

“Îman sadece câmilerde (olur da hayatın bütün safhalarına aksettirilmezse), mal cimrilerde, silâh korkaklarda, yetki zayıflarda olursa işler bozulur.”

“Akıllı kimse, takvâ sahibi olan; akılsız da zâlim olandır.”

“Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de vereceğini vaad ettiği mükâfâtı azap ile birlikte zikretti ki bu vesîleyle kul ibadete rağbet etsin ve azaptan korksun.”

“Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, elde edince de onu geçmeye bak, daha güzelini yapmaya gayret et!”

“İnsanlara iyilik etmek, kişiyi âfetlerden ve belâlardan muhâfaza eder.”

“Komşunla kavga etme, herkes gider o kalır.”

“Şöhretten kaç ki şeref seni takip etsin. Ölüme karşı hazırlıklı ol ki sana hayat verilsin.”

“Hiçbir belâ yoktur ki ondan daha kötüsü olmasın.”

“Sabırda zarar; hüzün ve telâşta fayda yoktur.”

“Sabır îmânın yarısı, yakîn (şüpheden uzak, kuvvetli bir itmi’nan hâli) ise tamamıdır.”

“Allah’tan âfiyet isteyiniz. Hiç kimseye yakînden sonra âfiyetten daha fazîletli bir şey verilmemiştir.”

“Bana göre âfiyette olup şükretmek, (bir musîbetle) imtihan edilip sabretmekten daha makbûldür.”

“Dünya mü’minlerin pazarı; gece ile gündüz sermâyeleri; güzel ameller ticaret malları; cennet kazançları; cehennem de zararlarıdır.”

Hazret-i Sıddîk bir kimse kendisini medhedince şöyle derdi:

“Allâh’ım, Sen beni benden daha iyi bilirsin. Ben de kendimi onlardan daha iyi bilirim. Allâh’ım, beni onların zannettiğinden daha hayırlı eyle! Onların bilmediği hatâlarımı mağfiret eyle, söyledikleri sözler sebebiyle de beni hesâba çekme!”

“Kul, dünya nîmetlerinden bir şey sebebiyle kibirlendiğinde Allah Teâlâ, o nîmet kulundan gidinceye kadar ona buğzeder.”

“Övünmekten sakının! Topraktan yaratılan, yine toprağa dönecek ve kurtlar tarafından yenilecek olan insanın övünmek neyine! O, bugün canlı, yarın ölüdür.”

Ebûbekir bir hutbesinde de şöyle buyurmuştur:

“Nerede herkesin hayran olduğu güzel yüzlü insanlar! Nerede gençliğine mağrur olan yiğitler! Nerede ihtişamlı şehirler kurup etrâfını yüksek surlarla çeviren hükümdarlar! Nerede harp meydanlarının mağlûbiyet tanımayan kahramanları! Zaman hepsini çürütüp yerle bir etti. Hepsi kabrin karanlıklarına gömülüp gittiler. Acele edin, acele edin! Vakit geçmeden aklınızı başınıza alın da ölüm ötesine bir an evvel hazırlanın! Kendinizi kurtarın, kendinizi kurtarın!”

“Allâh’ın, sizden önce gelip geçen kullarının hâlini tefekkür edin! Dün nerede idiler, bugün neredeler?”

HZ. EBUBEKİR’İN İNFAKI

Ashâbın en zenginlerinden olan Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Allah Resûlü’nde sallallahu aleyhi ve sellem fânî olunca, canını ve malını cömertçe O’nun yolunda fedâ etmişti. Fahr-i Kâinât Efendimiz’e peygamberlik geldiğinde, Hz. Ebûbekir’in 40 bin dirhemlik bir serveti vardı. Malının büyük bir kısmını İslâm uğrunda infâk etti. Müslüman olan köleleri âzâd ediyor, mü’minlere her türlü desteği sağlıyordu. En son kalan 5 bin dirhemi de hicret esnâsında yanına alarak yola çıktı ve Medîne-i Münevvere’de Allah için infâk etmeye devam etti.[15]

Babası Ebû Kuhâfe bir gün:

“–Oğlum, sen hep zayıf ve güçsüz köleleri satın alıp âzâd ediyorsun. Madem köle âzâd edeceksin, şöyle güçlü-kuvvetli köleler satın al da, tehlike ve kötülüklere karşı önünde durup seni korusunlar.” demişti.

Hz. Ebûbekir radıyallahu anh ise:

“–Babacığım, benim böyle davranmakta yegâne maksadım; Allâh’ın rızâsını kazanmaktır. Ben onları âzâd etmekle ancak Allah katındaki mükâfâtı istiyorum.” cevâbını verdi.[16]

Yine Hz. Ebûbekir, birçok defa servetinin tamamını Resûlullah Efendimiz’e getirip Allah yolunda kâ‘bına varılmaz bir infak örneği sergilemişti. Efendimiz’in:

“–Âilene ne bıraktın ey Ebûbekir?” suâline de:

“–Onlara Allah ve Resûlü’nü bıraktım.” karşılığını verdi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1678; Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)

Hz. Ebûbekir’in Her Şeyini Allah Yolunda Harcaması

Hâlbuki Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbından hiçbirinin malını tamamıyla infâk etmesine izin vermezdi. Bu hususta yalnızca Hz. Ebûbekir’i radıyallahu anh istisnâ tutar, bir tek ona müsâade buyururdu. Zira bütün malı-mülkü infâk ettikten sonra yaşanabilecek fakr u zaruret içinde, nefs ve şeytanın iğvâsıyla, gönüllerde bir pişmanlık peydâ olması muhtemeldir. Böyle bir pişmanlık ise, yapılan hayır-hasenâtın fazîletini giderip ecrini zâyî eder. Fakat Hazret-i Sıddîk’ın rızâ, teslîmiyet, ihlâs ve takvâ zirvesindeki gönül âlemi, Allah ve Resûlü’nün muhabbetiyle perçinlenmiş, aslâ sarsılmaz bir îman kalesi hâlindeydi. Bu sebeple Allah ve Resûlü’nün hoşnutluğu, ona bütün dünyevî sıkıntıları unutturmuştu. Hattâ bu zahmet ve meşakkatler onun gönlünde târifsiz bir lezzet vesîlesi hâline gelmişti.


spacer

İnsan ve Sayılar


Sayıların kökenleri büyük bir gizeme sahiptir. Ancak, zamanla medeniyetlerin ilerlemiş olması ve buna paralel olarak toplumların onsuz gelişemeyeceğini söylemek de son derece önemlidir. İlkel topluluklarda yaşayan insanlar ellerinde bulunan nesnelerin azalıp azalmadığını anlamak için ve avladıkları hayvanların sayısını belirtmek için yaşadıkları mağara duvarlarına veya bir ağaç dalına kesici bir aletle bir çizik veya çentik atarlardı. Tabii ki o zamanda bu insanlar bir sayı sistemi kavramına sahip olmadıklarından, bazen bu işi her bir nesneyi bir çakıl taşıyla eşleştirerek yaparlardı. Böylece istedikleri zaman bu çizikleri, çentik veya çakıl taşları ile karşılaştırarak, ellerindeki nesnelerde azalma ve artmanın olup olmadığını kontrol ederlerdi. O dönemde kullanılan çizik, çentik veya çakıl taşları bugün kullandığımız sayı sisteminin ilkel bir biçimi olarak görülebilir. Bu gelişmeler aritmetiğin ötesine geçme eğilimi göstermiş ve bununla birlikte yazma fikri de ortaya çıkmıştır. Mısırlılar farklı sayılar için farklı semboller icat eden ilk uygarlıktı. Sadece bir çizgi olan bir sembolü vardı. On sembolü bir ipti. Yüzün sembolü bir halat bobini idi. Ayrıca bin ve on bin için de sayıları vardı. Mısırlılar bir milyonu hayal eden ilk topluluk oldular. Mısır’da eğitim gören ve daha sonra Yunanistan’a dönen Pisagor tek ve çift sayıları düşünen ilk matematikçidir. Pisagor, tek sayıları erkeklerle ve çift sayıları kadınlarla eşleştirmiştir. 

Bugünkü sayılar Hindu-Arap sayıları olarak adlandırılır ve 1,2,3,4,5,6,7,8,9 ve 0 rakamlarının bir kombinasyonudur. Bu rakamlar XII. yüzyılda İtalyan matematikçi Leonardo Pisano tarafından ifade edilmiştir.  L. Pisano, Kuzey Afrika'da eğitim görmüş ve burada daha sonra popüler Hindu-Arap rakamlarını İtalya'ya taşımıştır. Hindu-Arap rakam sistemini benimsemeden önce insanlar, aslında Etrüsk Dönemi’nin mirası olan Roma figürlerini kullandılar. Bu figürler ise Roma rakamı sistemine dayanmaktadır. 

Daha sonra ihtiyaçlar doğrultusunda sayı kavramı gelişmiş ve farklı sayı kümeleri tanımlanmıştır

Kaynak :Atatürk Üniversitesi Doç. Dr İsa Yıldırım

spacer