Kıt Sermayeli Girişimci Kafalı İşsiz Olmak

İşsizlik maalesef ülkemizin dert yandığı sorunların başında gelmekte. Bu sorunun çözüleceği umudu ile en azından şuan 2020 Mayıs ayı itibarı ile öyle.Uzun süredir öyle aslında. Genç nufüsünun çokluğu ile övünen güzel ülkem maalesef bu nüfusun enerjisinden yararlanamamaktadır.Eğitime harcanan kaynak geri dönüşümü maalesef yeterince karşılayamıyor.Bunu işsiz üniversiteli oranından anlayabiliyoruz. Bir ve iki üniversite mezunu bireyler kendi branşlarını değil de ya asgari ücret ile herhangi bir işyerinde veya kıt sermayeleri ile kurdukları büfe,bakkal tarzı yerleri zar zor çarkı çevirmeye çalışıyorlar.Buna örnek kendimi verebilirim. Teknik öğretmenlik  lisans ve Sosyal Hizmetler önlisans bölümü mezunuyum ve kıt sermeya ile kurduğum küçük bir manavın çarkını döndürmeye çalışıyorum büyük zincir marketlere rekabetine rağmen.

Bir yandan da sabah akşam biriken borç,ödemen gereken ev ve işyeri faturaları ve elindeki az sermaye ile alternatif iş projeleri için kafa yoruyorsun.

Bütün bu psikoloji durum veya ruh haleti diyeyim içinde ilgilenmen gerekli olan bir ailen var. Gerilimli ruh dünyana rağmen mutlu görünmeli ve mutluluk vermelisin.Bunu başarmak gerçekten zor dolayısı ile bazen başarısız oluyon berebarinde gelen tartışma ve ayrı moralsizlik.

Her şeye rağmen şükür,kanaat,tevekkül ve dua,  Müminin en büyük silahı ve dayanğıdır.(Bizi Müslüman olmakla şereflendiren Allah’a hamd olsun).

Alternatif iş projeleri demiştik. Gerçekten efor isteyen bir mevzu.Çünkü birçok kombinasyonu düşünmek zorundasın. Ülkenin ekonomik durumu, milletin özellikle bulunduğun mahalin finansal durumu ve satınalma öncelikleri, ürünün tedariği ve tedarik maliyeti, en öenmli husus ve son nokta elindeki sermaye.

İşte bu kendin ile beyin fırtınası içinde birgün bir halı markasının online bayiliğini düşünürken öbür gün oyuncakçı, bebe giyim, oto aksesuar ,cafe,çaycı veya dürümcü açmayı düşünebiliyorsun.

Bu araştırma macerası içinde bugüne anlamını bilmediğim teraryum kelimesinin anlamını öğrenmiş hatta bununla ilgili iş yapmayı düşünme aşamasına gelmişimdir.

İlk defa duydu iseniz sizde açıklayayım tararyum; günümüzde oldukça moda bir hobi haline gelmiş olan teraryum latince kökenli bir kelimedir.Toprak manasına gelen terra ve akvaryum anlamına gelen arium kelimelerin birleşmesinden oluşur.

Mini ekosistem de diyebiliriz.


‘Teraryum, kapalı bir cam kap içinde bulunan küçük bir bahçe olup genellikle küçük bitkileri veya hayvanları saklamak ve gözlemlemek için kullanılan camdan yapılmış bir mahfazadır. Terraryumlar yapmak çok eğlencelidir ve aynı zamanda buharlaşma, yoğuşma ve çökeltme gösterdikleri için su döngüsü hakkında çocuklara öğretmenin harika bir yoludur. Teraryumdaki su kabın içine hapsedildiğinden, teraryumlar yıllarca sulanmadan yaşayabilir.


Teraryumlar, kum, taş, çakıl ve toprak katmanlarından, birkaç nefes alıp veren malzemeden karıştırılarak, toprağın nefes almasına yardımcı olur ve su, yukarı ve aşağı hareket eder. Bitkiler daha sonra bu küçük dünyaya ekilir ve yosun eklenir. Son olarak, çocuklar bu cam bahçelere küçük süslemeler seçebilir, bu da eğlenceli, sağlıklı ve güzel bir yaşam sanatı projesidir.’(Kaynak :habeturk)

Böylelikle bu iş fikri araştırma çalışmalarının bu şekil bilgi dağarcığınızın gelişmesi yönünde avantajları oluyor.

İşsiz olan ülkemin tüm fertlerinin gönüllerine göre iş, çalışan kardeş ve amca ve dayılarıma da iyi çalışma koşulları sosyal hayat ve mutmain maaş dilerim.

Rabbim ülkemi en gelişmiş ülke seviyesine taşımasını dualarımla…

 

 

 

 


spacer

Sosyal Hizmet Uzmanı (Sosyal Çalışmacı) Kimdir ? Görevleri Nelerdir?

Sosyal hizmet uzmanı;
İnsan davranışına ve toplumsal sistemlere ilişkin teorilerden yararlanarak birey, aile, grup ve toplumun sorun çözme ve baş etme yetilerini geliştirerek psikososyal işlevselliğin sağlanması, onarılması, korunması ve geliştirilmesi için çalışma yürüten meslek elemanıdır. 
Ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda sorunları olan kişi, grup ya da toplulukların sıkıntılarını tespit ederek çözümlemelerine yardımcı olan sosyal hizmet uzmanı; kişinin, ailenin ya da toplumun çevresinde kendinden bağımsız olarak gelişen olumsuz koşulları ortadan kaldırmasına destek olur. Toplumun refah seviyesinin yükseltmek sosyal hizmet uzmanının birincil hedefidir. 

Sosyal Hizmet Uzmanının Görevleri Nelerdir?

Toplumda sorun yaşayan gruplarla çalışmalar yaparak yaşanan sorunların temelini ortaya çıkarmak;
Elde ettiği veriler doğrultusunda sorunlara dair çözüm önerileri sunmak;
Bireylerin, grupların ya da toplumun yaşadığı problemlerin farkına varmasını sağlamak;
Bireyin problemini ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaları onlarla birlikte yürüterek kişilerin özgüven kazanmasına yardımcı olmak;
Özellikle engelli çocuğa sahip aile bireyleri ile görüşmeler yaparak, tüm ailenin engelli aile üyesinin sorumluluğunu üstlenmesini sağlamak;
Ailelerin sosyal hizmet kurumları ile ilişkilerini geliştirmek;
Ev ziyaretleri yaparak kişilerin kurum tarafından sağlanacak desteğe ihtiyacı olup olmadığını belirlemek;
Maddi bakımdan zorluk yaşayan yaşlıların huzurevlerine yerleştirilmesi için gerekli çalışmaları yürütmek;
Kimsesiz çocukların koruyucu aile bulmasını sağlamak, sosyal hizmet uzmanının görevleri arasında yer alır.

Kimler Sosyal Hizmet Uzmanı Olabilir?

Üniversitelerin sağlık bilimleri fakültesi sosyal hizmetler yüksekokulunu kazanan ve dört yıllık eğitim sonucu başarı ile mezun olanlar sosyal hizmet uzmanı olarak görev yapabilir. İlgili bölüme girebilmek için üniversite sınavına girerek yeterli puanı almak gerekir.
Sosyal Hizmet Uzmanlığı Eğitimi

Sosyal hizmet uzmanlığı eğitimleri arasında;
Ekonomi
Psikoloji
Sosyal antropoloji
Siyasal bilimler
Sosyoloji
Sosyal hizmet alanları
Sosyal hizmet yöntemleri
Sosyal refah
Nüfus dinamiği
Aile ve çocuk refahı, gibi konular yer alır.


spacer

Meslek Liseleri Memleket Meselesi


Ülkeler için en önemli unsurlardan biri eğitimdir. Eğitim, bilgi ve tecrübelerin gelecek nesile aktarım faaliyetidir. Böylece  geçmiş hatalardan ders alınarak bir daha tekrarlanmadan, elde edilen bilgiler ışığında  sürekli gelişme  gösterilir. Bakıldığında eğitime önem veren ülkelerin diğerlerine nazaran daha ileri seviyede olduğu  görülecektir.

Eğitim, insanı alakadar eden tüm alanlara temas ettiğinde başarısından söz edebiliriz. Yoksa bir alan üzerinde yoğunlaşırken öbür bir yanı ihmal etmek  aksaklığa sebebiyet verececeği aşikardır.

Çünkü insan maddi ve manevi yönü ile bir bütündür.Tarih,Coğrafya,Psikoloji,Din Eğitimi yanında fizik,kimya, matemetik,inşaat,elektrik ve makine eğitimi de elzemdir.

Doğa ile iç içe olan, temel ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli doğadan yararlanma zorunda olan insan için bu eğitimler şarttır.

Ancak bir insan tüm branşlarda uzmanlaşması söz konusu olamayacağı için her bir insan farklı alanlarda uzmanlaşması daha isabetli olacaktır.

İşte burda Meslek Liselerinin öneminden bahsedebilliriz.

Meslek Liselerinin temel amacı mezun olan öğrencisine altın bilezik takmaktır.Aksi takdirde ayrı bir meslek icra edekse öğrenci için zaman kaybından başka bir anlam ifade etmez.

Üniversiteler için de aynı şeyi söylemek mümkün.Bundan dolayı eğitim faaliyeti rehberlik çerçevesinde çok iyi koordine edilmelidir.

İlkokuldan sonra öğrenci  yetenek ve becerisine göre iyi tanınmalı ve ona göre yönlendirme yapılmalı.

Hasbelkader bir meslek lisesine girmiş bir öğrenciyi de katsayı gibi sorunlarla ömür boyu bu mesleğemahkum etme diğer mesleklere yönelik kapıyı kapatma da iyi bir neticeye sebep olmaz.Doğru bir uygulama olacağı kanaatinde de değilim.

Asıl mesele mezun Olduğunda öğrenci mesleği  çırak seviyesinde de olsa icra etme azim, beceri  ve motivasyonunda olmalıdır.

Yani öğrenci bir şekilde mezun olsun işi sanayide öğrenir mantığı ile meslek  eğitimi faaliyeti gerçekleşmiş olmaz.

Kendimden örnek verecek olsam motor meslek lisesinde eğitim gördüğümüz motorlar 1950 model araç motorları ve çoğu çalışmaktan aciz ve günümüzün teknolojisi ile alakası yok.Staja yetkili servise gittiğimizde motor hangisi diye soracak  durumdayız.

Bu örnek sadece eğitim materyali ile ilgili bir örnek.

Üniversiteye yönelik rehberlik çalışması eksikliği bir tarafa sınav sistemi ve yerleştirme ayrı bir sıkıntı.

Lise sonrası mesleği icra etmek isteyen öğrenci için sanayi ve özel sektör ile koordinasyon ayrı bir eksiklik.

En önemli mesele öğrenciyi icra edeceği meslek üzeri güdüleme ve azmini kamçılama faaliyeti hiç denecek kadar az.

Tüm öğrenci kardeşlerimle beraber özellikle meslek liseli kardeşlerime ve teknik öğretmen meslektaşlarıma başarılar ve iyi günler dilerim…

                                                                                                                  fyslpktzl

                                                                                                                Fp Akademi


spacer

Zeki ve Kıskanç Öğrenciye Öğretmenden İbretlik Ders

Öğretmen sınıftaki zeki ama aynı zamanda kıskanç öğrenciye sordu:

"Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?"

Öğrenci:

"Çünkü, onların beni geçmelerini istemiyorum. En iyi ben olmalıyım!" dedi.

Öğretmen masasından kalkıp, eline bir parça tebeşir aldı ve tahtaya bir çizgi çekti. Öğrencinin yüzüne bakıp bu çizgiyi nasıl kısaltırsın diye sordu.

Hemen atılan öğrenci, "Çizginin bir parçasını silerim!" dedi. Öğretmen bu cevabı kabul etmedi.

Öğrenci biraz daha düşündü ve eliyle çizginin bir bölümünü kapattı. "İşte kısaldı!" dedi. Bu cevap da yanlıştı.

Doğru cevabı alamayacağını bilen öğretmen,tahtaya ilkinden daha uzun çizgi çekti ve "Şimdi birincisi nasıl görünüyor?" diye sordu.

"Daha kısa" dedi öğrenci ve başını eğdi.

"Bilgini ve yeteneklerini arttırarak kendi çizgini uzatman rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir" dedi öğretmen. 

Kendinizle yarışın, başkalarıyla değil.

spacer

Öğretmenin Davranışını Unutmayan Öğrenci

Adam 48 yıl önceki ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp "hocam beni tanıdınız mı?" dedi.
İhtiyar öğretmen:
- Hayır tanımadım.
Adam:
- Hocam nasıl tanımazsınız!.. Ben ilkokul öğrenciniz Mehmet. Hocam sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu. Ben almıştım. Siz de "herkes kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım" demiştiniz. Ben utanmış ve çok korkmuştum. Sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım diye soğuk terler döküyordum...
Sizden bir komut daha geldi.
"Şimdi herkes gözlerini kapatsın."
Ortalarda bir yerdeydim. Aranma sırası bana gelmişti. Saati cebimden sessizce almış, devamla, aynı sessizik içinde son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz. Sonra bizi yerimize oturtup bana ve hiç kimseye hiç bir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz.
Büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı... Hocam ben şimdi 60 yaşındayım. Düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi, o gün sizden almışım. Her aklıma gelişinde sarsıldım ve her aklıma gelişinde kendimi sizden kalan erdemin koruyucu gölgesinde hissettim.
“Utancı bilerek yaşamak korkunç...
Daha da korkuncu, bilerek yaşatmak.”
der Edip Cansever.
Hocam siz bana o utancı yaşatmadınız. Yaşasaydım unutur muydum, doğrusu bilmiyorum. Ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım Hocam.
Şimdi hatırladınız mı beni?
İhtiyar öğretmen yan yana oturdukları bankta öğrencisine yaslanarak:
- O olayı ertesi gün unutmuştum ben. Şimdi sen anlatınca hatırladım
Sizlere "gözlerinizi kapatın" dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım. O yaştaki her çocuğun düşebileceği yanılgıya düşen öğrencime karşı içimde bir yargı oluşsun istememiştim.
O sen miydin?
Bilmiyordum, nasılsın?

(Alıntı)

Hikaye'den Anladığım ;

Hikayeden kavradığım ana tema bir kişinin hatasını hemen deşifre etme yoluna gitmemek.Kişiye topluluk önünde yapılacak nasihat belki hakaret olacağı düşüncesi ile kişiyi iç muhasebeye yöneltmek daha doğru bir seçenek olacağını kanaatini uyandırdı.
spacer

2020 Yılı Şehr-i Ramazanı Uğurlarken…

Bugün Arefe günü yani 2020 yılı Ramazan ayının son günü.  Köyüm (belde veya mahalle) Söğütlü (Eski adı Kinderip )teyim.  Her yıl olduğu gibi bugün arefe günü olması dolayısı ile mezar ziyaretleri yapılıp vefat eden yakınlara büyüklere fatiha veya yasin okunur rahmet dilenirken mezarlığa gelen çocuklara şeker dağıtılır mezarlıktaki çiçekler sulanırdı ancak  sanırım bu yıl bunları yapamacağız. Çünkü bugün ile birlikte bayram günü dahil dört gün boyunca dışarı çıkma yasağı ilan edildi. Ve üzgünüm ki bayram da bu şartlar altında biraz buruk geçecek. Her bayram da olduğu gibi akrabalar komşular ziyaret edilemeyecek çocuklar gezip şeker toplayamayacak. Gerçi bayramlar ramazanlar eski havasını yavaş yavaş yitirmişti zaten.

Ancak bu yıl farklı zorunlu bir sebep vardı ; Corona . Covid-19 adı verilen Çinden çıkıp tüm dünyayı etkisi altına alan bulaşıcı bir hastalık. Kendini süper güç gören Çin ve Amerikaya boyun eğdirip aciz bırakan gözle görülemeyen bir virüs. Şımaran insanoğlunun burnu sürtüyordu adeta. Aslında insanlık tarihi boyunca tekkerür eden bir olaydı bu.Nezaman şımarırsa insanoğlu ilahi silleyi yemekten kurtulamıyordu.Nuh Tufanı, Sodom ve Gomore ve nice olay tek tek saymak gerekmez tarih sayfalarına bakıldığında görülebilecektir. Hepsi aslında iyice gurura kapılıp kendini bir nutfeden veya  bir su damlasından yaratan İlah’ını  unutmasından dolayı hatırlatma babında Rabbi’nin bir ikazından başka bir şey değildi.

2020 yılı bu yönü ile bir farklılık hissetiyordu. Allah başka musibetler göstermesin. Bu tür ikazların da bütün insanoğlunun uyanması silkelenmesi ve kendine gelmesini dilerim. 2020 yılı farklı bir yıl oldu insanlık için demiştik.Öyle ki sosyal medyada  espri konusu olmuş bile. 2020’yi sağ salim bitirene gazilik unvanı verilmeli tarzında muhabbetlere rastlamak mümkün.

Dünya savaşlarından beri bu tür krize rastlanılmadığı söylenmektedir. Hava yolları kapalı uçuşlar seyahatler iptal,Alışveriş merkezleri,restoranlar,cafeler kapalı, ibadethaneler kapalı,okullar kapalı adeta hayat durdu. Gözle görülmeyen bir virüs uzaya çıktığını gururuna kapılan insanoğlunu birkaç metre kareye evine kapadı. İdrak sahibi bir insan elbet bu olayı virüse vermez bu virüsün gücüdür diyemez. Elbet  sineğin kanadına hükmeden tüm kainata da hükmeder bir Kudret’in işidir der.


Kendi Perspektifimizden Bakarsak;

Biz dediğimiz İslam Dünyası Müslümanlar ve Ümmeti Muhammed olarak kendi penceremizden bakacak olursak. İbretle bakmamız titrememiz ve kendimize gelmemiz elzem olduğunu göreceğiz.

Çünkü durum o kadar normal değil öyle de görülmemeli. İnsanlığın babası Hz. Ademden beri  İslamiyet’in merkezkaç noktası mahiyetindeki Kabe ziyarete kapalı,Camiler kapalı ve üç hafta gidilmediğinde kalp mühürlenme tehlikesi olan Cuma namazını yaklaşık sekiz haftadır kılmıyorz.(Zaruri bir durum olduğu için kasıtlı olarak gitmeme gibi görülemez elbet) te ancak kılamıyoruz.

Bu durumun bize Rabbimizden şefkat tokadı olduğu açısı ile bakarsak bir nebze kendimize gelebilir.Medeniyet kodlarımız ile uyuşmayan davranışlarımızdan vazgeçebilir.Ve daha sahabivari bir kardeşlik hüviyetine kavuşabilir ve birbirimizi daha şefkat ile sarabiliriz.Filistin,Doğu Türkistan,Suriye ve nice yerden akan Müslüman gözyaşı için daha çok dertlenebiliriz.

Yok hala makam, mal mülk, gurur ve farklı saiklerle birbirimizi ezecek ve Hz. Ömerin (Allah Ondan Razı Olsun)  Diclenin kenarında bir kuzu su içerken ayağı kayıp nehire düşerse kendinden bilecek kadar kıymet verdiği adaleti hiçe sayıp birbirimizin haklarını ihlal edecek olursak iş mahkeme-i kübraya kalacak ve Allah’ın azabının daha şiddetli olacağı görülecektir.(Rabbim azabından korusun.)

Evet bir müberek şehr-i  Ramazana daha veda ediyoruz. Birlikte kıldığımız teravih namazaları yoktu, fakir ve zengini bir iftar sofrasında buluşturan iftar çadırları da yoktu belki ama  yüz kişiyi doyuracak maliyete iki kişilik lüks otel restoran israf “iftar” sofrası da yoktu. Ramazan şenliği adı altında düzenlenen  maneviyatla ilgisi olmayan hatta bazen haram ortamına müsait hale gelen etkinlikler de yoktu. Hepsine ibret ile bakmamız ve ruh köklerimiz ile uyumlu bir medeniyet ve kültür  tohumları ekmek için daha dikkatli olmamız gerektiği kanaatine varmalıyız.

Bu salgın ile birlikte iyice mahrum kaldığımız tüm şeylerin kıymeti daha da idrak edilmelidir.

İsrafı terk etmeli fakiri yoksulu gözetmeli,hep ben deyip bencillik girdabından kurtulmalı, kendisi için istediğini kardeşi için istemeyen kamil mümin olamaz şiarı ile milletçe birlik ve bareberlik ruhuna sarılmalı pörsüyen akrabalık ve komşuluk  duyguları yeşertilmelidir.


Mübarek şehri ramazanı özlem ile tekrar kavuşmak  dileği uğurlarken günahlarımızın tümünü temizlemiş olarak ki temenimiz budur kalbimize bıraktığı rahmet tohumunun filizlenerek Rabbimize  Kul Peygamber Efendimize (Allahumme Salli Ala Seyidina Muhammed) ümmet olma bilincine varmış olarak son nefsimize kadar o idrak ve bilinç ile yaşama dileğim ile tüm Mümin kardeşlerimin Ramazan Bayramını kutlarken büyüklerimiz ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim.

Rabbim tüm Ümmeti Muhamed’in Yar ve Yardımcısı Olsun..


spacer

Yıl 1972 Mescid-i Aksa'da Nöbette Olan Osmanlı Askeri ; Iğdırlı Hasan Onbaşı

Gazeteci İlhan Bardakçı anlatıyor; 




Yıllar önceydi, sene 1972 O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bir grup insan, İsrail’e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık. Bir sıcak Mayıs akşamıydı. Her ziyarette olduğu gibi sıradan bir işti anlayacağınız. Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başladılar; kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Heyecanlanmıştım asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyor.

Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam… Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu bir elbise…

Asırlık ağaçların gövdesindeki halkalar misali yamaları yaşını göstermeye çalışıyordu sanki. Orada ayakta bekliyordu, sırtına zorla yapıştırılmış gibi duran hafif kamburu da olmasa dimdik duracaktı. İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakur.


 
Şaşırmıştım. ‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor’ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ‘Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde.’ dedi. Bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklemeyeceğini biliyordum. Bembeyaz sakalının hafif titremesi rüzgardan mıydı, senelerin bedene yüklediği ağır yükten mi bilemedim. Kafasında eski bir kalpak, sanki kanatlanıp gidecek bir kumru misali bekliyordu. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti, ama kımıldamadı. ‘Selamün aleyküm baba.’ dedim. Başını biraz bana doğru çevirdi, durakladı ve çatallanmış titrek bir sesle “Aleyküm selam oğul.” dedi. ‘Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?’ dedim. “Ben…” dedi titreyen bir sesle. “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nden İngiliz’e saldırdı. Cânım ordu Kanal’da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.” dedi. Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakır. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazmış. Zaten İngilizler de Kudüs’ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler.

Sonra anlatmayı sürdürdü: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!’ demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın.’ dedi. Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan.” dedi.


 
Alnından akan ter, gözyaşına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yol bulup akıyordu. Konuşmaya devam etti:

“Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” dedi. ‘Elbette’ dedim. Sanki Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyordu. “Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘Tamam’, dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum. Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese.” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim. Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün vefat etti.”
spacer

İstiklal Hikayeleri - Su İsteyen Küçük Mustafa'yı Süngü ile Şehit Eden Alçak Yunan

Dumlupınar  parkında mezarı bulunan küçük Mustafa’nın gerçek hikayesidir .Şehitler mezarlığında aslında her bir taş bir hikayedir. Aşağıdaki hikayede Dumlupınar Parkında mezarı bulunan küçük Mustafa'nın Hikayesidir. 


İşte Hikaye;

Babası Mehmet Kuvayi Milliyecidir düşmana karşı savaşır. Gondilis Dumlupınar köyü işgal edildiğinde halka zulüm etmez ama arkasından gelen general FRANKO o kadar da masum değildir. Yakar yıkar her yeri. Kadınlara tecavüzü meşru kılar. İhtiyarlara eziyet işkence serbest der. Tüm halk Dumlupınar meydanında toplanır. Angarya için işçi seçerler o esnada annesinin kucağındaki Mustafa “su” diyerek ağlamaya başlar. General Franko; susturun şu piç kurusunu ” diyecektir . Annesi; “o daha bebek ne anlar sus’tan sizin Allah’tan korkunuz yok mu ? Merhametiniz yok mu? su istiyor yavrum n’olur bir yudum su ” diye bağırınca küçük Mustafanın kaderi çizilir.

General Franko; Küçük Mustafayı zorla annesinin elinden alır bir kaç kez silkeler ve “sus lanet olası çocuk” diyerek bağırır, bebek iyice ağlayıp daha fazla bağırmaya başlayınca, Franko hızını alamaz ve küçük Mustafayı havaya fırlatır, yetmezmiş gibi Havadan düşerken Mustafa’yı süngüye takar… bir feryat kopar ki minik Mustafa’nın kanları Franko’nun üzerine damlar. Annesi orada bulunan halkla birlikte feryada başlayınca Franko  en önde bulunan yaşlı bir amcayı da kurşuna dizer. 

Hiçbir zaman gaflete düşme seçeneğimizin olmadığı atalarımızın dediği gibi su uyur düşmanın uyumadığını hatırımızdan çıkarmamızın gerektiğini anlatan bir hikaye. 

Rabbim bir daha düşman çizmesini bu topraklara bastırmasın. Ancak bizim de daima teyakkuzda olmamız en önemli vazifemizdir. Yeni nesili bu şuur ile yetiştirmek en önemli sorumluluğumuz olmalıdır. 

Bir bardak su için düşmanın vicdanına kalmamak ve acımasızca süngülenmemek için var gücümüz ile birlik ve beraberliğimiz vatan ve milletimizin dirliği için çalışmak en önemli görevi ve sorumluluğu olduğunu farkında olmalıdır  genç nesil.

Sadece genç neslin üstüne bırakılamaz bu vazife.Büyükler de tecrübenin vermiş olduğu davranış ve haller ile örnek teşkil etmelidir. 

İster kamu,siyaset ister sivil düşünce ve aksiyon kuruluşları buna önayak olmalıdır. Fikir ve düşünce farklılığı olması doğal olmakla birlikte toplumsal çekişme ve gerginliğe sebep verecek ve toplumun katmanları arasında derin yarıklar oluşturacak faaliyet ve sözlerden uzak durulmalıdır.

Fpakademi



spacer

Kurt ile Eşşeğin Tartışması

Kurt ile eşşek tartışıyorlarmış.Kurt çimen yeşildir,eşşek çim sarıdır diye iddaya tutuşmuşlar.

Neyse konu ormanlar kralı aslana intik
al eder.Aslan gerekli değerlemdirmeleri yapar ve kurda bir ay hapis cezası verip eşşeği özgürlüğüne salar.

Kurt aslanın kararına anlam veremez ve şaşkınlıkla aslana yaklaşır ve sorar; 

Sen gerçekten çimeni sarı mı görüyorsun ?

Hayır der ormanlar kralı bunun üzerinekurt ee ne diye bana cezaverip eşşeği saldın öyleyse diye sorar merakla.

Aslan'ın cevabı kulak olcak cinsten senin cezan çimene yeşil dediğin için değil eşşek ile tartıştığın içindir.

Hikayeden ders çıkaracak olursak bunu en iyi İmam Şafi Hazretlerinin şu sözü açıklar;

"Kırk Alimi bir delille yendim bir cahili 40 delille yenemedim. "

Tartışmak fikir alışverişinde bulunmak insan fıtratının gereğidir. Herkes aynı düsünmek aynı tezi savunmak zorunda değildir. 

Belli bir seviyenin insanı olmak başkalarının fikirlerinin küçümseme hakkını vermez.

Bir doğruyu ve doğru bildiğin bir şeyi aklı selim ile edep çerçevesi içerisinde karşı tarafa iletilir. Bu şekilde fikir alışverişi neticesinde doğruya doğru yanlışa yanlış denilerek bir noktaya varılabilir.

Aksi durumda galip taraf ben olmalıyım benim dediğim mutlaka doğru olmalı saiklerle yanlışta ısrar tekamüle engeldir.

Bu tür tipleri sokakta,kahvede,kafede,stadyumda,akraba ziyaretlerinde,okulda,işyerinde görmek mümkün. 

Arkadaş her konuda alim ve her bildiği doğru! 

Onları yenmek ne mümkun
spacer

Mesnevi Hikayeleri - Hayat Ağacı



Bilgili biri, hikayenin yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır. Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der. Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine aşık olur. Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan yollar. Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar.

Bulmak için şehir, şehir gezer ne ada bırakır ne dağ bırakır, ne ova bırakır! Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder. Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı, senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.

Ona alay yollu ettikleri bu rivayet de ayrı ir tokat hatta bu eni konu tokattan da beter! Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filan iklimde, falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç her dalı koskocaman” derler. Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.

Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur. Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet aciz kalır. Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey! Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır. Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlıya, ağlıya yola düşer.

Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi kutuplardan alim bir şeyh varmış. Nedim ümitsiz bir halde “ önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim. İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bari duası yoldaşım olsun” der. Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır. “ şeyhim,acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi lütfedecek an, bu an!” der.

Şeyh “ Ümitsizsen bile söyle. Matlubun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar. Nedim. “ Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi. Ama nasıl ağaç? Alemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, abıhayatın aslı. Yıllardım aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar. İşte o kadar!” der. Şeyh gülümser de der ki: “Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.

Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o1 hatta ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Abıhayattır! Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Manayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun. Ona gah ağaç derler, gah güneş. Gah deniz adını takarlar, gah bulut! Hulasa öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var En aşağılık hassası, sahibine ebedi bir hayat bağışlamasıdır.

Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar gerek. Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur. Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir. Diğer birine lütfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir. Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen amadır, öbür vasfını bilmeyebilir. Kim, bu ad doğru ad diye isme yapışır. Onu arasa senin gibi ümitsizliğe düşer, perişan olur. Niye bu ağacın adına yapışırsın da dili damağı acı talihsiz bir hale düşersin? Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın. Halkın ihtilafı addan meydana gelir. Fakat manaya ulaşınca rahatlaşırlar.

Adamın biri, dört kişiye bir dirhem verdi, adamlardan birisi “Ben bu parayı “engur’a” vereceğim” dedi. Öbürü Araptı, la dedi, “Ben “İnep” isterim herif, engür istemem” üçüncü Türk’tü, “ Bu para benim “ dedi, “ Ben inep istemem, üzüm isterim” dördüncüde Rum’du, dedi ki: “Bırak bu lafları biz İsrafil isteriz”

Derken savaşa başladılar. Çünkü adların sırrından gafildiler. Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle dolu, bilgiden boş adamlardı bunlar. Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı. Onlara “ Ben bu bir dirhemle hepinizin isteğini yerine getiririm.

Gönlünüzü gıllügışsız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin istediğiniz şeylerin hepsini yapar. Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düşman da uzlaşır, birliğe ulaşır, bir olur. Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir.

Siz susun dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım. Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan ibaret. İğreti hararetin tesiri yoktur. Fakat insanın kendisinden olan hararet müessirdir. Sirkeyi ateşte ısıtan da yiyince yine bürudeti arttırır. Çünkü o hararet, iğretidir. Asli tabiatında bürudet ve keskinlik vardır.

Oğul, pekmez buz tutsa da yine yiyince ciğerdeki harareti fazlalaştırır. Şu halde şeyhin riyası, bizim ihlasımızdan daha yeğ. Çünkü o riya basiretten meydana gelmedir,bu ihlas körlükten! Şeyhin sözü, insana cemiyet-i hatır verir, hasetçilerin nefesi ise tefrika. Süleyman, Allah tecellisine uğrayınca bütün kuşların dillerini öğrenmiş oldu.

Onun adalet devrinde ceylan, kaplanla uzlaşmış, savaşı bırakmıştı. Güvercin doğanın pençesinden emindi, koyun kurttan çekinmiyordu. Süleyman, düşmanlar arasında meyancılık etti, bütün kuşların arasında birlik husule geldi. sen bir karıncaya benzersin, tane toplamak için koşup durmaktasın. Fakat behey azgın, Süleyman buracıkta, sen ne arıyorsun?

Tane arayana tane, tuzaktır. Fakat Süleyman arayan hem Süleyman’ı bulur, hem taneyi elde eder. Bu ahir zamanda kuşlara bir an bile birbirlerinden aman yoktur. Devrimizde de Süleyman var, bizi sulha kavuşturur, zulmümüzü giderir. “Hiçbir ümmet yoktur ki aralarında bir korkutucu olmasın” ayetini oku. Allah “ Hiçbir ümmet bulunamaz ki içlerinde bir Allah halifesi, bir himmet sahibi bulunmasın” dedi.

O halife, onların gönüllerini o kadar birleştirir gibi saflıktan hiçbir gıllügışları kalmaz. Hepsini ana gibi birbirini esirger bir hale getirir. Onun için Müslümanlara “Tek bir nefis” demiştir. Onlar Allah resulü yüzünden tek bir nefis oldular, yoksa her biri, öbürüne tam bir düşmandı.

Medinelilerin iki kabilesi vardı, birine evs, öbürüne Hazrec denirdi. Adeta bir kabile öbürünün kanına susamıştı. Mustafa’nın yüzünden o eski kinleri İslam ve saflık nuruyla mahvoldu. Önce o düşmanlar, bağdaki üzümler gibi kardeş oldular. “ Şüphe yok, söz bundan ibaret; Müminler kardeştir” nasihatıyla da bu nefesle de kardeşliği bıraktılar,tek bir ten oldular.

Üzümlerin suretleri kardeştir. Fakat sıktın mı tek bir üzüm suyu olur. Korukla üzüm birbirine zıttır ama koruk, olgunlaşınca güzelleşir, tatlılaşır, iyi bir dost olur. Koruk halinde kalan üzüme Allah ezelden kafir demiştir. Değil kardeşim değil. Artık o tek bir nefis olamaz. Azgınlıkta menhus bir mülhitten ibarettir. Ondaki gizli şeyleri bir söylesem alemde fikirler fitneye düşer, karmakarışık olur.

Kör gavurun sırrının anılmaması daha iyi. Cehennem dumanın İrem bağından uzak oluşu daha hoş! Ne de olsa üzüm olmaya kabiliyetli korukların gönülleri, ehli dilin nefesleriyle birdir. Hepsi üzüm olmaya koşarsa, sonunda ikilik kalkar, kin ve savaş kalmaz. Hepsi de üzüm olup derilerini yırtarlar da birleşirler, vasıfları da birlik olur.

Dost, düşman ikiliktedir. Fakat hiçbir olan, kendisiye savaşır mı? Aferin Üstat Aklı Küll’e yüz binlerce zerreye birlik bahşetti. Yerde topak, topak dağınık topraklara benzerlerken testici, hepsini de birleştirdi, bir testi yaptı. Gerçi suyla toprağın birleşmesi, nakıştır, can, buna benzemez. Fakat burada apaçık bir misal getirsem korkarım aklın karışır. Süleyman şimdi de var ama biz uzağı görme neşesiyle onu göremiyoruz.

Uzağa bakış, insanı kör eder. Sarayda uyuyanın sarayı görmediği gibi. Biz ince sözlere dalmışız, onlarla uğraşıp duruyoruz. Düğümleri çözme sevdasına tutulmuşuz. Düğümleri bağlayıp çözdükçe şüpheye düşmeyi, cevap vermeye kalkışmayı uzatıp gideriz. Tuzağın bağını gah çözüp bağlayan, bu suretle bu işte maharet kazanan kuş gibi.

Böyle kuş sahradan, çayırdan mahrumdur, ömrü düğümü açıp çözmede harcolur gider! Filvaki hiçbir tuzağa zebun olmaz ama günden güne kanatları tutulur, uçmaz olur. Bağ çözüp bağlamakla az uğraş da kanatların tutulmasın, uçmadan kalmayasın. Yüz binlerce kuşun kanadı kırıldı da yine o arızalı yerlerdeki tuzakları gidermedi.

Kuran’da onların ahvalini oku haris adam: “Bütün şehirlerde gezip dolaştılar, her tarafı elde ettiler” bak hele “ Bir kurtuluş var mı?” Türk, Rum ve Arabın kavgasından engur ve inep şüphelerine düşmekten başka bir şey çıkmaz. Manevi dilleri bilen Süleyman gelmedikçe bu ikilik kalkmaz. Kavgacı kuşlar, hepiniz doğan gibi şehriyatın şu davulunu duyun! Aranızdaki ihtilafı bırakın da ruhunuzu her yandan şadedin. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün.

O Süleyman, sizi kendine teveccühten men etmedi ki. Fakat kör kuşlarız, terbiyeden hayli uzağız. O Süleyman’ı bir an bile tanımadık gitti! Baykuşlar gibi doğanlara düşmanız hulasa viranelere de kalmışız. Bilgisizliğimiz, körlüğümüz son derece. Bu yüzden de Allah azizlerini incitmeye kastediyoruz. Süleyman’dan aydınlanan kuşlar, nasıl olur da suçsuz, sebepsiz bir kuşun kanadını yolarlar?

Kanadını yolmak şöyle dursun, onlar, acizlere yem verirler. O kuşlarda aykırılık ve kin yoktur. Hoş kuştur onlar hoş kuş! Onların hüthütüleri kutlulamak üzere yüzlerce Belkıs’ın yolunu açar; Kargaları surette kargadır, hakikatte himmet doğanı “ Mazaga” sırrına mazhardır onlar. Leylekleri “lek, lek “ der ama şüpheye birlik ateşini salar, güvercinleri, doğanlardan korkmaz. Hatta, doğan, o güvercinlerin önünde baş kor. Bülbülleri, insana vecit ve halet verir; gülistanları, kendi gönüllerindedir.

Duduları, şeker kaydında değildir. Ebedi şekeri, kendi içlerinde bulurlar. Tavusların ayakları bile, bakılsa öbür tavusların kanatlarından daha güzel görünür. Hakan kuşlarının kuru bir sesten ibaret kuş dilleri nerede, Süleyman kuşlarının söyledikleri kuşdili nerede? Sen ne bilirsin kuşların seslerini? Bir an olsun Süleyman’ı görmedin ki!

İnsana sesi neşe veren o kuşun kanadı meşrıktan da hariç mağripten de. Her ahengi, kürsi’den ta yere kadar bütün alemi doldurur. Azameti yeryüzünden Arşa kadar bütün cihanı istila eder. Bu Süleyman’a uymayan kuş, karanlığa aşıktır. Yarasaya benzer. Ey kötü yarasa, Süleyman’a alış da ebediyen zulmette kalma. Oraya doğru bir arşın gitsen arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin. Irgalaya bocalaya topal ,topal bile olsa o tarafa sıçradın mı topallıktan da kurtulursun, sakatlıktan da!

Seni tavuk yetiştirdi, kanadının altında büyüttü. Sana dadılık etti ama sen yine kaz palazısın. Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın toprağa mensuptu, dadın bu kuruluğa tapardı. Gönlündeki denize olan meyil yok mu o tabiat, sana anandan mirastır. Fakat kuruluğa olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun reyi kötü isabetsiz! Dadıyı karada bırak,yürü kazlar gibi mana denizine koş, dal denize!

Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize koş! Sen kazsın, karada da yaşarsın, denizde de. Kümeste hayvanları gibi kokuşuk kümesli bir hayvan değilsin ya. Sen “Kerremna” hükmünce bir padişahsın ki hem karaya ayak atabilirsin, hem denize! “ Ve hamelnahüm fil berri vel bahri” hükmüne mazharsın. Canını karadan kurtar, denize yürüt.

Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da denizden haberleri yok. Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem yerde yürürsün,hem gökte. Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm vahye kabiliyetli. Bu toprağa mensup kalıp, yer üstüne düşmüş ama bu çeşit adamın ruhu, o güzelim gökte çark uruh durmakta. Yavrum, biz umumiyetle su kuşlarıyız, dilimizden de ancak deniz anlar.

Hulasa Süleyman denizdir, biz kuşlara benzeriz ebede kadar Süleyman’da seyredip duruyoruz. Süleyman’la gel , ayağını denize bas ki su Davud’a olduğu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın. O Süleyman. Meydan da herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü. O bizim önümüzde bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız. Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır.

Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak! Onun gözü akar suda. Gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok! Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı. Fakat müsebbihi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?

Çöl ortasın da bir zahit vardı. Abbadiye kabilelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti. Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zahit gördüler. Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, adeta ona ilaç kesilmişti. Hacılar onun yalnızlığına ,o afetler içinde selamette oluşuna şaştılar. Kum üstünde namaza durmuştu. Kum öyle bir kumdu ki hararetinden tenceredeki su bile kaynar, coşardı.

Halbuki dersin ki o,sanki bir yeşillikte bir Gülistanda, yahut,Burak’a Düldüle binmiş! Yahut da ayağının altında ipekli örtüler, kumaşlar var samyeli ona sabah rüzgarından daha hoş! O namaz kılarken hacılar beklediler. Zahit, uzun bir fikre dalmış, kendisinden geçmişti. Neden sonra istiğraktan ayıldı, kendisine geldi, hacıların içinde gönül gözü açık birisi, gördü ki zahidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi aptes suyundan ıslak. “ Bu su nereden?” diye sordu. Zahit , elini kaldırıp “gökten” diye cevap verdi.

Adam, “ Kuyu” ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen yağmur yağar mı? Ey din sultanı, müşkülümüzü halleder hallet de yakına erelim. Sırlarından bir sırrı bize de göster de bellerimizden zünnarları kesip atalım” dedi. Zahit, gözlerini göğe kaldırarak dedi ki: “Yarabbi, hacıların duasına icabet et. Ben gökten rızık aramaya alışmışım, sen bana gökten kapı açtın.



Ey Lamekan aleminden mekan izhar eden, ey “Rızkınız göktedir” sırrını ayan eyleyen!” Zahit, bu münacattayken hemen su sömüren fil gibi bir latif bulut peyda oldu. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı, derelerde, mağaralarda gölcükler meydana geldi. bulut, tulumlar gibi gözyaşı döküyordu.

Hacıların hepsi matralarını açtı. İçlerinden bir bölük halk o şaşılacak şeyler yüzünden bellerindeki zünnarları kestiler. Bir bölüğünün de bu hayret edilecek şey yüzünden yakını arttı. Allah, doğru yolu daha iyi bilir. Bir bölüğüyse bu kerameti kabul etmeyip hamhalat bir halde ebedi nakıs olarak kaldı, söz de burada bitti.
spacer

Mesneviden Hikayeler - Sebalılar ve Nimetten Azmaları



Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun, okudun ama sesten başka bir şey duymadım. O dağ, sesi anlamaz ki dağın aklı manaya gidemez ki. Dağ akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar. Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi. Yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.

O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular. Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkar olur. Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği layıkıyla verilese bile o kapıyı bırakmaz. Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.

Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler onu gece gündüz tedibederler. İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetlerin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler. Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terketme diye onu diye onu ısırırlar. Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli abıhayat içtin, gözlerin açıldı.

Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecir ve kendinden geçiş gıdaları yedi. Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkanın etrafında dönüp dolaşmadasın. O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun. Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hale düşenin işi burada düzelir.

İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptela sakın bu kapıyı bırakma. Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal, hepsi. Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.

İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar. Zayıf, perişan bir çok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür. Dua ederde “ Allah, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz. Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Allahnın yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.

Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer. Onlarda hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi. Sen de bunca afetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün. Padişah meşrepli erlerden sıhhat buldun. Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldun.

Sense gafilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına ip bağlamış durmaktasın be herif! Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş o bal yediğin zamanları hatırına getirmiyor. Hulasa o yol sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.

Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla inle. De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın. O kapıda dön dolaş Eshabı kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma. Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.

Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terketme derler. Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar. A azgın köpek, velinimetine isyan etme. Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et. O kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.

Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı faş etme. Köpeklerin adeti vefakarlıktır. Yürü be bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler. Ulu Allah bile vefakarlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi. Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakar ol.

Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir. Çünkü hiç kimse Allah hakkında daha ziyade hak sahibi değildir ki. Ana hakkı bile Allah hakkında sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir. Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş onu sana alıştırmış.

O da seni kendisinin bir cüzü görmüştür. Allahnın tedbiri anaya ilişik olan o cüzü ayırmıştır. Allah binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi. Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir. Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden odur. Ona serkeş olma.

Ey Allah, ey ihsanı kadim olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de. Sen Allahı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez. O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumuz an. O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdiğim.

Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası dağların tepelerine kadar çıkıyordu. Sizi ret etmedim, atanızın, atasının, atasının varlığında sizi korudum. Madem ki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim? Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.

Bense unutmadan, vefasızlıktan beriyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin. Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya. İşte onlar hakkında kötü zanda bulun. Nice ulu, ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.

İyi dostun yüce göklere gitti. Kötülük dostunsa yerin dibine geçti. Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkum ateşe döndün. Ey baba, yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut. O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.

Sen yerden yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekan aleminden de seninle beraberdir, lamekan aleminde de. Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar. Cefakarlıkta, bulunursan noksandan kurtulup kemale erişesin diye kulağını burar.

Sulukta virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya. İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce. Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hale gelir ve meydana çıkar.

Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür. Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır. Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? Der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.

Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı ateşini üfler. Hulasa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması haline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hale gelip meydana çıkar. Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; kök tut . kök, dal budak verir. Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın. İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir. Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.

Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı. Bu nankörlük, adeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. Mesela, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?

Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben göz istemiyorum, beni kör et dersin, işte bunun gibi. Seba’lılar da “ Şehirlerimiz birbirine çok yakın onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi bizim ziynetimizi güzelliğimizi al. Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.

Şehirler, birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez. Bir hale katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.

Geberesi insan, efendisine ne de kafirdir ya hidayete nail oldu mu tutar, inkara sapar. Nefis bu çeşit mahluklardandır da onun için gebertilmeye layıktır. Onun için ulu Allah “ Öldürün nefislerinizi” demiştir. Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulma imkanı mı var ? Heva ve hevesi terketme ateşini vur şu dikene, iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!

Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince, Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mani olmaya çalıştılar. Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kafirlik tohumu ekiyorlardı.

Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler. Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur. O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz , seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır. Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer bitirir.

Allah bu kurdun yediği adama “ Kurdun tozunu gördü de neden feryad etmedi? Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamaya koyuldu? Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf, taraf kaçarlar.

Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’ ya sığınmaya, yalvarmaya koyul. Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi. O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı. Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler, çobanın gözüne toz toprak serptiler.

“ Yürü be, biz senden ziyade çobanız. Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu halde nasıl sana uyarız? Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.

Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağrışırlar, yerleri yurtları harabeye döner. Onlar mazlumlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar. Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer, birer buldular.

O Yusuf kimdir? Senin hak arayan gönlün, o gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır. Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de. Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun.

Halbuki ona Allah vuslatından başak gıda yoktur. O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Allahya şikayet ederek der ki: “ Yarabbi, bu kocamış kurttan eleman” Allah da ona “ Sabret, işte vakit geldi. haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allahdan başka kim feryada erişir ki.

O “ Yarabbi yüzünün ayrılığından sabrım bitti. Yahudiler elinde aciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salihim. Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan Ya beni öldür, ya kendine çağır, yahut da sen gel! Kafirlere bile ayrılığına tahammül yok.

Onların bile her birisi keşke toprak olsaydım der. “ Kafirin bile hali böyle olursa senin olanın hali, sensiz e olur?” der. Halk da der ki “ Öyledir, doğru ey temiz adam fakat söz dinle, sabret sabır iyidir. Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
spacer

Mesnevi'den Hikayeler - Seccadesiz Namaz

Bir gün Ayşe, peygambere dedi ki “ Ey Allah resulü, sen aşikar, gizli, neresini bulursan orada namaz kılmaktasın. Halbuki evde pis adamlar da gezip tozuyor. Sen de bilirsin ki pis çocuklar, nereye varırsa orasını pislerler.”

Peygamber, şunu “ Bil: Allah, büyükler pis şeyleri temiz etmiştir. Hakkın lütfu, bu yüzden secdegahımı, ta yedinci kat göğe kadar arıttı” diye cevap verdi. Kendine gel, kendine. Padişahlara hasede kalkışma. Terke hasedi. Yoksa alemde sen de bir iblis olursun. Veli zehir yese bal olur. Sen bal yesen zehir kesilir. O varlığını Allah varlığına tebdil etmiştir. İşi de eşyayı tebdil etmedir.

O lütuftan ibaret bir hale gelmiştir, her türlü ateşi de nur olmuştur. Ebabil kuşlarında Allah kuvveti vardı. Yoksa bir kuşcağız nasıl olurda bir fiili helak edebilirdi? Koca bir orduyu birkaç kuş kırıp geçirdi. Bak da bu kudretin Allahdan olduğunu bil. Eğer bundan şüpheye düşersen yürü var, Eshabı fil suresini oku. Onunla inada kalkışır, beraberlik davasına girişirsen, yok mu? Eğer onlardan başını kurtarabilirsen beni de kafir bil sen?


Bir fareceğiz, bir devenin yularını eline aldı. Kurula, kurula yola düştü. Deve , tabiatındaki mülayimlik yüzünden onunla beraber yürümeye koyuldu. Fare “ Ben, ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim” diye gurura düştü. Düşüncesinin ışığı deveye aksetti. “ Hele hoşindi. Ben sana gösteririm!” dedi.

Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun olurdu. Fare orada duru, kaskatı kesildi. Deve “ Ey dağda, ovada bana arkadaş olan, bu duraklama ne, niye şaşırdın? Irmağa ercesine ayak bas, gir suya sen kılavuzsun, benim öcümsün. Yol ortasında durup susma” dedi.

Fare dedik ki: “ Bu su, pek büyük, pek derin bir su, arkadaş,ben boğulmaktan korkuyorum” deve “ Hele bir göreyim, ne kadarmış bu su ?” deyip hemen ayağını attı. Dedi ki: “ A kör sıçan, su diz boyuymuş. A hayvanların kusuru, neden şaşırdın?” fare, “ Sana karınca bize ejderha dizden dize fark var. Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer.” Dedi.

Deve dedi ki. “ Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın yanıp yakılmasın. Sen kendi gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle sıçanın sözü yoktur.” Fare “ tövbe ettim, Allah hakkı için beni bu helak edici sudan geçir.” Dedi. Deve acıdı, “ haydi hörgücüme sıçra otur. bu geçiş benim işim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm” dedi.

Madem ki peygamber değilsin. Yola düş de günün birin de kuyudan kurtulup yüce bir makama erişesin. Sultan değilsen yürü, riayet ol. Kaptan değilsen gemiyi öyle alabildiğine yürütme. Ticarette kamil değilsen yalnız başına dükkan açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir.! “ Susun, dinleyin” emrini işit, sükut et. Madem ki Allah dili olamadın, kulak kesil.

Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş! Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de itiyat yüzündendir. Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın. Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın. Puta tapanlar bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır. İblis ululanmayı huy edinmişti de eşekliğinden Adem’i kendisinden aşağı gördü.

“ Benden daha ulu başka birisi yok ki. Benim gibi bir kişi, ona secde eder mi?” dedi. Ululuk zehirdir. Ancak, ta ezelden panzehire sahip olan ruh müstesna. Dağ yılanla dolu ise içersinde panzehir yeri bulundukça korkma. Kafana ululuk yerleşmiş, onun için kim seni kırarsa onu ezeli düşman sayarsın.

Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin. Beni huyumdan çevirecek, şakirt haline sokacak, kendisine tabi kılacak dersin. Böyle adamın kötü huyu serkeş olmasa, o huya aykırı şeylere niye ateşlenir, kızar; yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer kazanır. Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmiştir.

Karınca gibi olan şehvetti, itiyat yüzünden adeta ejderha kesilmiştir. Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır. Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül sahibine sor! Bakır altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.

Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül dildarın cevrini çek. Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehli dildir. Çünkü ehli olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, alemde eğleşmemektir. Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.
spacer

Malumatfuruş Nedir? Bazı Hukuk Kelime Ve Anlamları

Cumhuriyet dönemi sonrası her ne kadar Türkçe dili sadeleştirilmeye çalışılsa da Hukuk dilinde hala Osmanlıca ve Arapça'nın etkisini görmek mümkün.Sanırım bu durum modern hukukumuzun da temelinde Osmanlı hukukunun önemli faktör olmasının payı vardır.



İşte Bazı Hukuki Kavramlar ve Anlamları

Malumatfuruş:Bilgiçlik taslayan

Müşteki Nedir? 

 Şikayette bulunan, şahsî davacı. İlgili makama derdini aktaran.

Temyiz : İyiyi kötüden; hayrı, şerden ayırt edebilme yeteneği, akıl gücü. İlk derece mahkemelerince verilen yargı kararlarının esas ve usûl açısından denetime tabi tutulduğu üst derece mahkemesi. Bu denetim isteme işine de temyiz işlemi denilir. Cmk md. 305, 326.

Tensip Nedir? 

Uygun görme

Muaccel  Nedir?

Ivedi; peşin; vadesi (eceli) gelmiş; ödenmesi gereken hale gelmiş.

İfa Nedir? 

Ödeme; yerine getirme; bir işi yapma; edim

Rücu Nedir?

Dönme; geri dönme; cayma; sözünden dönme; sözünü geri alma; bir ödemede bulunan kimsenin, bu bedeli, asıl ödeme yapması gereken kişiden istemesi;

Temlik Nedir?

Devir, alacağın bir başkasına devri, mülkiyetinin geçirilmesi. Alacağın devredilmesi. Bk md. 165.

Ikrar Nedir?

Saklamayıp söyleme; bildirme; açıkça söyleme; kabul

Mülga Nedir?

Kaldırılmış, ilgâ edilmiş.

Irtifak Nedir?

Hacet talep etme; ihtiyaç duyma; yükümlenim

Irtifak Hakları Nedir?

Bir taşınmaz üzerinde, bir kullanma ve yararlanmaya rıza göstermeyi veya mülkiyete özgü bazı hakların kullanılmasından kaçınmayı gerektiren ve diğer bir taşınmaz veya kişi yararına ayni hak olarak tesis edilen hukuki işlem.

Kat Irtifikı Nedir? Yapılmakta veya ileride yapılacak olan bir binanın yapımı borcunu ve bina tamamlandığında da kat mülkiyeti kurulması yükümünü doğuran bir irtifak hakkı.


spacer

2020 ÖSYM Sınav Tarihleri



LGS (Lise Giriş Sınavı ) 

20 Haziran 2020

YKS (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı)

27-28 Haziran 2020

KPSS Sınav Tarihi 

06.09.2020

ÖABT  Sınav Tarihi

20.09.2020 

KPSS-A Sınav Tarihi 

12.09.2020 

E-KPSS Sınav Tarihi 

11.10.2020 

ALES/1 Sınav Tarihi 

16,08,020

DGS Sınav Tarihi 

09,08,2020

YDS Sınav Tarihi 

27.09.2020

İSG Sınav Tarihi 

07.11.2020

KPSS ORtaöğretim Sınav Tarihi 

22.11.2020

KPSS Önlisans  Sınav Tarihi

25.10.2020





spacer

Mona Rosa Aşk Çileler - Sezai Karakoç

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.



Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Sezai Karakoç
spacer

Maydanoz Nedir? Maydanozun Faydaları Nelerdir? Zararı Var mı?



Maydanoz Nedir?

Maydanoz, her mevsim üretilebilen ve çok geniş bir kullanım alanı olan bir bitkidir. Yemeklerde baharat olarak ta kullanılabilen maydanoz, maydanozgiller familyasının en bilinen türüdür. Maydanozdan elde edilen esansiyel yağı yüzyıllardır halk ilaçlarında, ödem söktürücü, gaz sancısı, kansızlık, enfeksiyonlarda kullanılmıştır.

Maydanoz, mutfaklardan eksik olmayan iyi bir garnitür olmasının yanı sıra geleneksel olarak safra taşı, hazımsızlık, böbrek taşı, kabızlık ve ödem atmak için kullanılan şifalı bir bitkidir. Yapraklarından ve köklerinden faydalanılabilen maydanoz, cilt bakımı ve böcek ısırıkları için de kullanılabilmektedir. Mineral ve vitamin bakımından çok zengin bir bitki olan maydanozda A, C, K vitaminleri yanında folat, demir ve kalsiyum bulunur. Antioksidan içeriği yoğun olan maydanoz, kalp sağlığını korur ve tümörlerin gelişmesini engeller. Maydanozun kanamayı arttırma ve düşük riski yaratma özelliklerinden dolayı hamilelikte az tüketmesi önerilmektedir. Ayrıca doktor onayı olmadan herhangi bir hastalığa karşı yoğun maydanoz tüketimi sakıncalı olabilir.

Maydanozun içerdiği besinler ve vitaminler

Maydanoz; provitamin A (betakaroten), K ve C vitaminleri açısından zengindir. Bununla beraber kalsiyum, magnezyum, potasyum ve özellikle folat ve demir içerir. Yapraklarında sağlığa çeşitli faydaları bulunan öjonol, miristisin, apiol gibi uçucu yağlar, apigenin, mirisetin gibi antioksidan flavonoidler, sabit yağlar, protein ve klorofil vardır.

Maydanozun Faydaları

1-Maydanozun Kansere Faydası

Bitkinin yapraklarındaki miristisin, öjonol gibi uçucu yağlar ve antioksidan flavonoidler vücudu hastalıklara karşı korur. Bu güçlü yağ bileşikleri bağışıklık sistemine yardımcı olarak tümör büyümesini yavaşlatır, oksidatif stresi nötralize ederek kansorojenlerin vücuda zarar vermesini ve vücuttaki kanser hücrelerinin çoğalmasını ve yayılmasını (metastaz) engeller. Mirisetin cilt kanserinde özellikle faydalıdır. Ayrıca apigeninin meme kanserinin neden olduğu tümörlerin boyutunu azaltması üzerine çalışmalar mevcuttur.

2-Maydanozun Kalbe Faydası

Taze maydanoz, önemli bir B vitamini olan folat içerir. Folat kalp sağlığının korunmasında oldukça önemlidir. Kanda bulunan bir amino asit türevi olan homosisteini dönüştürerek zararsız hale getirebilmek için folata ihtiyacımız vardır. Homosistein; yüksek konsantrasyonlara ulaştığında kan damarlarına zarar verir. Hasar gören kan damarları kalp krizi veya felç riskini arttırır.

Folat homosisteini daha zararsız bir moleküle dönüştürerek kalp sağlığının korunmasına yardımcı olur. Folat ısıya karşı hassastır bu nedenle bu amaçla yararlanabilmek için taze maydanoz tüketmeye dikkat etmek gerekir.

3-Maydanozun Sindirime Faydaları

Ağır bir yemek sonrası bir tutam taze maydanoz yemek sindirimi kolaylaştırarak, şişkinliği azaltacaktır. Gaz, kabızlık, hazımsızlık, mide bulantısı gibi bir dizi gastrointestinal problemde kullanılır. Ayurveda uygulamalarında banyoda maydanoz yağı kullanılarak karın bölgesine masajla mide problemlerinde rahatlama sağlanır.

4-Maydanoz Ödem ve Böbrek Sağlığına Faydaları

Maydanoz diüretiktir. Vücuttaki ödemi atarak üriner sistemi yıkamanıza ve böbreklerin yükünü azaltmanıza yardımcı olur. Bitkinin kökleri de börek taşlarının doğal tedavisinde kullanılmaktadır. İdrar yolu enfeksiyonu tedavisinde kullanılır.

5-Maydanoz ve Diyabet (şeker hastalığı)

Maydanoz en iyi mirisetin kaynaklarından biridir. Vücuttaki insülin direncini azaltırken kan şekerini düşürmede etkinliği saptanmıştır. Bu sayede tip 2 diyabet gelişme riskini azaltır.

6-Maydanoz ve Kemik Sağlığı

Maydanoz yüksek K vitamini içeriğiyle, kemik yoğunluğunu korumak, kemik kırıkları ile savaşmak için önemli bir kaynaktır. Günlük yeterli K vitamini düzeyine sadece 10 dal maydanoz tüketerek ulaşabilirsiniz. Ayrıca içerisindeki C vitamini kemiklerin etrafında destek olmak için gerekli kolejenin sentezlenmesinde yardımcı olur.

7-Maydanoz ve Romatizma
Maydanoz romatoid artrit hastalığına karşı da etkilidir. Bitkide bulunan C vitamini ve beta-karoten, artriti kontrol altına almaya ve ağrıyı azaltmaya yardımcı olan anti-inflamatuar özelliklere sahiptir. Maydanoz suyunun veya çayının düzenli olarak tüketilmesi, artrit semptomlarına bağlı olan ürik asit giderimi sürecini hızlandırmaktadır.

8-Bağışıklık Sistemini Güçlendirir

Zengin A ve C vitamini içeriğiyle bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur. Bu doğal antioksidanlar sayesinde enfeksiyonların önüne geçilmesi sağlanır. Ayrıca C vitamini bağışıklık sisteminin aktif olarak etkilendiği bağırsak floramızın korunmasına yardımcı olur.

9-Ferah bir Nefes Sağlar

Bir tutam taze maydanoz ile kötü nefes ve kokuları azaltmak mümkündür. Antibakteriyel özelliği sayesinde ağzımızda kötü nefese sebep olan bakterilerin gelişmesini engeller.

10-Maydanozun Göze Faydaları

Maydanozu günlük beslenmemize katarak göz sağlığı için gerekli olan beta karoten ve A vitaminini kazanabiliriz. Beta karoten retina ve korneayı korurken, ayrıca yaşlanma sırasında oluşabilecek katarakt göz, maküler dejenerasyon gibi göz hasarlarına karşı da koruyucudur. Avitamini ise gözleri UV ışınlarına karşı korur.

11-Maydanozun Cilde Faydaları
A vitamini hem cildi UV ışınlarına karşı korur, hem de yaşlanma belirtilerini azaltır. Cilt kanserini önlemeye yardımcı olur. Glutatyon önemli bir antioksidandır ve aynı zamanda cilt beyazlatma tedavilerinde kullanılmaktadır. Maydanoz glutatyon üretimini arttırır.

12-Maydanozun Saça Faydaları
Yapılan araştırmalar maydanozda bulunan apigenin maddesinin saç dökülmesini engellediğini göstermiştir. Ayrıca içerdiği bakır, saç rengini korumaya yardımcı olur.

13-Maydanoz zayıflatır mı?
Daha hızlı ve sağlıklı kilo verebilmek için, planlanan diyete eklenmesi fayda sağlar. Kalori açısından düşük ancak besin değeri yüksek olan maydanoz metabolizmayı hızlandırır. Kandaki aşırı yağın atılmasına yardımcı olur. Vücuttaki ödemin atılmasını sağlayarak böbrekleri temizler. Vücudun işleyişini optimum düzeyde tutar ve kilo kaybına yardımcı olur.


Maydanoz nasıl kullanılır?
Maydanoz yaprakları nasıl kullanılır?
Yemeklerde taze olarak veya kurutulmuş toz halinde, ayrıca salatalarda ve maydanoz çayı yapımında kullanılır.

Kurutulmuş maydanoz nasıl kullanılır?
Kurutulmuş maydanozun besin içeriği de tıpkı taze maydanoz gibi oldukça zengindir. Lezzet vermesi için çorba, pilav, ciğ köfte, balık gibi yemeklerin içine koyulabilir. Ayrıca ızgara et pişirmeden önce ızgaranın üzerine serpilerek oluşabilecek kanserojenlerin önüne geçilebilir. Kış aylarında kuru maydanoz çayı da yapılabilir.

Maydanoz yemeklere nasıl konur?
Kuru maydanoz salça ile karıştırılarak çorbaların üzerine dökülebilir. Ayrıca, yeşil yapraklı salatalara, ızgara ete ve balık yemeklerine yakışır. Makarna, mantı ve erişte hamuruna ilave olarak katılır.


Maydanoz Suyunun Faydaları
Bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı koruma sağlar.
İçerisindeki antioksidan flavonoidler sayesinde kalp sağlığını korumada faydalıdır.
Sindirim sistemi için faydalıdır.
Vücuttaki ödemin atılmasına yardımcı olur.
Ölçülü tüketildiğinde böbrek ve üriner sistem için faydalıdır.
Demir eksikliğine iyi gelir.
Cilt ve göz sağlığının korunmasına yardımcı olur.
Eklem ve kemik sağlığı için faydalıdır.

Maydanoz suyu hazırlanırken nelere dikkat etmeli?

Maydanoz suyu nasıl yapılır?

Yarım demet maydanozu iyice yıkayın ve hasarlı yapraklarını ayıklayın. Üzerine 2 su bardağı (400 ml) su ekleyerek 2-3 dk. kaynatın. 10 dk. kadar demlenmeye bırakın. Ardından içebilirsiniz. Dilerseniz lezzet katmak için limon da ekleyebilirsiniz.

Maydanozlu limonlu çay nasıl yapılır?
Taze maydanoz yapraklarını ve 1 limonun kabuklarını 2 bardak suyun içine koyun. 2-3 dk kaynatın. 5 dk demlendikten sonra süzüp içebilirsiniz.

Maydanozun Zararları ve Yan Etkileri
Bazı kişilerde maydanoz, alerjik cilt reaksiyonlarına neden olabilir.

Çok miktarda maydanoz tüketmek anemi (kansızlık) ve karaciğer veya böbrek problemleri gibi yan etkilere neden olabilir.

Maydanoz tohumu yağını doğrudan cilde sürmek, cildin güneşe karşı daha fazla hassaslaşmasına ve kızarıklığa neden olabilir.

Maydanoz kan pıhtılaşmasını yavaşlatabilir. Teoride maydanoz almak kanama bozukluğu olan kişilerde kanama riskini artırabilir.

Maydanoz kan şekeri seviyesini düşürebilir. Diyabet hastasıysanız maydanoz yediğinizde kan şekerinizi takip etmeyi ihmal etmeyin.

Kan şekerini düşürme ve kanı sulandırma özellikleri nedeniyle planlanmış bir ameliyattan en az 2 hafta önce maydanoz tüketmeyi bırakın.

Hamilelikte maydanozun zararları

Fazla tüketildiğinde ya da ilaç formunda kullanıldığında maydanoz hamile kadınlarda kanamaya ya da düşüğe neden olabilir. Maydanoz kürtaj ve adet kanamasını başlatmak için kullanılan bir bitkidir. Ayrıca yapılan araştırmalar, hamileliğin ilk üç ayında maydanoz ve dong quai içeren bir bitkisel kombinasyon ürünü olan An-Tai-Yin almanın doğum kusurları riskini ciddi oranda artırdığını göstermektedir. Hamileyseniz, maydanozu sadece gıda olarak ve makul bir miktarda tüketin.

(K:medikalakademi)

 
spacer